Kurumsal sosyal sorumluluk bizi birbirimize düşürecek bir kavram olmaya başladı galiba! En çok, bu işin nerede başladığı ve nerede bittiğini tartışır olduk. Birbiri ile kıyasıya rekabet içindeki markaların tüketiciye “daha şirin” görünme kavgası, sorumlulukların sorumsuzluğa dönüşme boyutunu tırmalayıp duruyor. Oysaki “sorumluluklarımızı” keşfetmenin bu kadar zor olmaması gerekir diye düşünesi geliyor insanın!
1970’lerde kullanılmaya başlanan kurumsal sosyal sorumluluk kavramının “içi” o günden bu yana anlam olarak değişmemiştir. Topluma karşı sorumluluklarımızın bilincinde olarak; üretimden, tüketime, çalışanlarımızdan tüm diğer sosyal paydaşlarımızın temsil ettiği ortak değerlere karşı bir“performans” üretmek bizi anlamlı bir yere taşıyabilir.
Bizler daha “suya bu derken”, 1988 yılında, ABD’li dondurma üreticisi Ben & Jerry kurumsal sosyal sorumluluklar konusunda bir şirketin neyin neresinden tutması gerektiği ile ilgili bir çalışma yaptı. Bu yaklaşımını benimsememiş şirketlerin ağızlarına kurumsal sosyal sorumluluk kavramını almaya haklarının olmadığı düşünüyorum. Kurumsal şirket tarihi incelendiğinde “ilk sosyal paydaş raporu”olarak tanımlanabilecek bu çalışma özetle şöyle idi; B&J yönetimi John Tepper Marlin isimli bir danışmanla anlaşır. Danışmanın, Ben & Jerry’nin tüm sosyal paydaşları nezdinde sosyal sorumluluklarına yönelik algılamasına yönelik bir rapor üretmesi istenir. Danışmanın çalışması süresince özgür olduğu, istediği herkesle, dilediği gibi görüşebileceği, istediği bilgi ve belgeyi talep edebileceği, istediği soruları sorabileceği belirtilir. Danışman, işe önce çalışanlardan başlar ve farklı vardiyalardaki çalışanlarla görüşür. Sonra satış noktalarına gider. Daha sonra da tedarik zinciri içinde süt üreticilerinden, dağıtıma kadar zincirin tüm halkalarını inceler. Bununla da yetinmez, Ben & Jerry’nin üretiminin bulunduğu yöre halkı, meslek kuruluşları ve ilgili sivil toplum kuruluşları ile de görüşür. Yatırımcılar, danışmanın görüşme yaptığı bir başka kesim olur. Tüm bu görüşmelerin sonucunda Marlin, “Ben & Jerry’nin 1988 yılı sosyal sorumluluk performansı raporu” başlığı ile çalışmasını imzalar. Ben & Jerry o yıldan bu yana 16 sosyal sorumluluk raporu üretmiştir.
Bugün dondurmacı Ben & Jerry’nin web sayfasına girdiğinizde; küresel ısınma ile ilgili yürüttükleri bilgilendirme kampanyasını, Sudan’ın Hartum bölgesindeki soykırımı, dünya barışını desteklemenin 50 yolunu veya çevre kirlenmesine karşı bireysel olarak neler yapabileceklerinizi bulabilirsiniz.
“Sadece para kazanmak ve buna yoğunlaşmak varken, şirketler neden sosyal konulara kaynak ayırsınlar?” sorusu, kurumsal sosyal sorumluluk kavramı üzerindeki tartışmaların odak noktasını oluşturmaktadır. Sivil toplum 1980’lerin sonlarına doğru güçlenmeye başladı.
1990’lardaki enformasyon teknolojisindeki gelişmeler sonucunda bilgiye ulaşma, bilgiyi işleme ve yeni bilgi üretme boyutu, sivil toplumun gücü ile birleşince “birilerinin geceleri uykusu kaçmaya başladı”. Sadece para kazanmakla ayakta kalınamayacağı, sürdürülebilir bir gelecek planının ancak toplumun duyarlılık ve değerleri ile birlikte oluşturulabileceği netlik kazandı. Greenpeace, WWF gibi markalar, bu yüzden şirketler için “sosyal riskleri” simgeleyen kurumlar oldular. Olası sosyal riskler, şirketleri kurumsal anlamda daha sorumlu politikalar üretmeye yönlendirdi.
Bir yandan bu devinim, sosyal raporlama alanlarında yeşermeye, kök salmaya başlamışken, bu sefer“başka birileri” burada bir “fırsat alanı” olduğunu keşfettiler! Toplumun iyi duygularını, daha fazla satış yapmak için “istismar” etmek hiç de fena fikir gibi görünmüyordu! “Benim ürünümü al, yüzde 10’u ile okul yaptıracağım” mesajları sorumlulukların, sorumsuzluğa dönüşmekte olduğunu gündemimize getirdi! Bir kısmı ise, açıkça bu mesajı vermese bile “sosyal sorumluluk” alanına ayıracağı kaynağın ticari geri dönüşünü net olarak görmek istiyor!
Eğitim, öğretim, kültür, sanat, sağlık, spor ve toplumun iyi duygularını “gıdıklayabilecek” her alanda pıtrak gibi ortaya çıkmaya başlayan bu söylemleri üretenlere baktığımızda; hammadde, üretim ve tedarik süreçlerinde ciddi bir kirlilik, müşteri ve çalışan memnuniyeti uygulamalarında fukaralık gibi tespitler çok net görülmekte. “Altı kaval üstü Şişhane” diyebileceğimiz bu görüntü içinde olan şirketlerin kurumsal sosyal sorumlulukları ne kadar inandırıcı olabilir ki?
Ortaya bir de, kurumsal sosyal sorumluluk konusunda denetim yapan ve şirketlere “sertifika” veren“bezirganlar” çıktı! Şirketler, böyle bir sertifika ile pazarlama faaliyetlerinde “farklılaşacaklarını” düşündüklerinden “ücreti karşılığı” bu belgeye sahip olmanın yollarını arar oldular. Bir şekli ile bu sertifikayı alanlar, ileride başlarına geleceklerden habersiz (!) marifetmiş gibi televizyon reklamları ile bunları yansıtmaya başladılar.
Peki, zaten kurumsal anlamda topluma karşı sorumlu olması gereken şirketlere destekledikleri sosyal sorumluluk projeleri için sivil toplumu temsil eden kuruluşlar tarafından ödül verilmesine ne demeli? Bir zamanlar sigorta şirketlerinin tam sayfa gazete ilanlarına rastlardık. Yangında malını mülkünü kaybeden müşterilerinin hasarını tam ödediklerini duyururlardı. Zaten böyle durumlarda hasarı ödemeleri için onlara prim ödenmiyor mu? Verdikleri ilanı anlamakta zorluk çekmişimdir! Kurumsal sosyal sorumluluk alanındaki ödülleri de sigorta şirketlerinin bu davranışına benzetiyorum. Şirketler, zaten topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmelidirler. Neyin ödülünü kime veriyoruz! Ödülü veren sivil toplum kuruluşları bunu düşünmekten yoksun mu?
Yani işin neresinden tutsanız dökülen, suyu çıkmak üzere olan bir konu ile karşı karşıyayız!
Sorumluluklarını, sorumsuzluğa dönüştürmekte olan kurumlar kolay kolay onaramayacakları bir itibar sorunu ile karşı karşıyadır. En önemli sermayelerinin itibarları olduğundan habersiz olan bu kurumların başlarına neler gelebileceği ile ilgili en güncel örnek Shell olabilir.
Kuzey kutbuna giden trafik üzerindeki sakin adalardan biri olan Sakhalin, Shell’in yeni boru hattı projelerinden birine ev sahipliği yapıyor. Ada ve çevresi aynı zamanda nesli tükenmekte olan gri balinaların da yaşam alanı. Shell, sürdürmekte olduğu enerji projesine paralel, balinaların korunması ve çevresel etkilerden korunması ile ilgili bu güne kadar 29 adet rapor üretmiş olmasına karşın konuyla ilgilenen sivil toplum kuruluşlarını tatmin edememiştir. Bunun sonucu olarak Financial Times gibi iş dünyasının etkin yayınlarına WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) bir ilan vererek Shell’in “vurdumduymazlığını” dünya kamuoyuna şikâyet etmiştir. Bugün Shell, kaynak ayırıp yatırım yapmış olmasına karşın dünya kamuoyunda “Balinaların neslini tüketen bir şirket” olarak algılanmaktadır!
Belki 100 adet kalmış olan gri balina için “bana ne” diyebilirsiniz. Afrika’nın, Güney Asya’nın, Latin Amerika’nın ücra köşelerinde dünya markaları için üretim yapan küçük şirketlerde çalıştırılan “çocuk işçilerin” içler acısı çalışma koşullarına da gözlerimizi kapatabiliriz. Küresel ısınmanın neden olduğu buzul erimesi de şimdilik ucu bize dokunmayan konular arasında yer alıyor olabilir! Ama Çernobil sonrası Karadeniz kıyılarını vuran radyasyon dalgasını görmezden gelmek, Yatağan Termik Santralinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı ile kapatılmasına seyirci kalmak, Marmara depremi ile birlikte Yalova çevresindeki zehirli gaz sızıntısı ile yaşanan dehşeti savsaklamak gibi bir lüksümüz var mı?
Sosyal sorumluluk, bir şirketin kurulduğu ilk günden itibaren; çalışanlarına, çevresine, toplumun geneline, yeryüzüne, dolayısıyla kendine karşı duyduğu bir bilinçtir. Performansını, ancak “samimiyet”le dolu politikaları ile yansıtır. İçinde “samimiyet ve bütünsellik” olmayan uygulamalar sorumlulukların, sorumsuzluğa dönüşümünü simgeler.
Sosyal sorumluluklarını yerine getiren şirketlere ödül verilmesine karşı olabiliriz ancak Public Eye isimli bir sivil toplum kuruluşunun her yıl sorumsuz şirketleri Davos’ ta ödüllendirmesini destekliyoruz!
Salim Kadıbeşegil
Stratejik İletişim Danışmanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder