30 Eylül 2009 Çarşamba

Parkurlarımızdan: Manisa, Salihli Adala Kanyonu




Manisa / Salihli-Simav karayolunun üstünde bulunan Demirköprü Barajı'nın hemen altındaki Adala Kanyonu, çevresindeki geniş ormanlık alan, tarihi Kızköprüsü ve Adala Şelalesi ile açık hava eğitim ve eğlenceleri için son derece uygun, herkesin görmesi gereken bir doğa harikasıdır. Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı bu parkuru ilk kez Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi ile birlikte gerçekleştirdiği ve 2003 yılında İletişim Fakültesi tarafından yayınlanan "Bir İletişim Modeli Olarak Oyun" başlıklı araştırmasında, bir uygulama parkuru olarak kullanmıştır.

29 Eylül 2009 Salı

Kitap Tanıtımı - "Yürümeye Övgü" / David le Breton

Ormanda iki yol vardı...

David le Breton yürümenin tanımlarını verirken Cabeza de Vaca, Richard Burton gibi ufuk yürüyüşçülerini, yürüyüşün tinselliklerini, kent yürüyüşlerini anlatıyor.

YÜRÜMEYE ÖVGÜ - David le Breton, Çeviren: İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, 1.Baskı: Temmuz 2003, 2.Baskı: Haziran 2008, 142 sayfa

Tesadüf o ki David le Breton'un 'Yürümeye Övgü' kitabı elime geçtiğinde Sevgi Soysal'ın 'Yürümek'ini okuyordum. 'Yürümek'te roman kahramanı Ela birkaç kere paltosunu vestiyerde bıraktıktan sonra en son ve en gerçek yürüyüşünde üşür, geri döner ve paltosunu alır vestiyerden.

Yürümek, artık onun için dönüp arkaya bakmamaktır. Arkada ne var sorusunu sormamak, tükenişine seyirci kalmamaktır.

David le Breton ise Cabeza de Vaca, Richard Burton, Rene Cailie, Michel Vieuchange gibi ufuk yürüyüşçülerini anlattığı, kent yürüyüşlerini tasvir ettiği, yürüyüşün tinselliklerini vurguladığı kitabında "Yürüyüş dünyaya açılmalıdır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazı yürüyüşlerinden değişmiş olarak döner... Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içine yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir" der Ela'nın yürüyüşünden habersiz ve günümüz dünyasını, gündelik yaşamı, otomobili, bilgisayarları, cep telefonlarını, interneti bedenimizle ilgimizi kesmemize neden olan araçlar olarak görür. Nitekim ona göre yürümek "Geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır... Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir."

Kitabı yazma amacı ise bir yürüyüş ansiklopedisi ya da bir antropoloji kitabı yazmak değildir. Gandhi ya da Mao gibi bazı siyasal muhaliflerin yaptıkları uzun yürüyüşlerden söz etmek de değildir. Amacı, "daha çok keyfi, zevk için yapılan yürüyüşten söz etmektir: rastlaşmak, tanışmak, konuşmak, zamanın tadını çıkarmak, istediğin yerde durmak, istediğin gibi yola devam etmek... Zevke davet ve olumlu işler yapmak için rehber değil... Düşünmenin ve yürümenin huzurlu mutluluğu."

İlk adım...

Neredeyse her iki üç satırda bir yürüyüşün tanımını yapar Breton. Mesela bunlardan birine göre yürümek "sadece yaşanan anı hissettiren bir iç zenginliğe ulaşma yoluyla geçici kendini bırakmadır." Yürüyüş adımlardan oluştuğuna göre 'ilk adım' çok önemlidir. İlk adımdan sonra yürüyüşçü kendisini kimsenin tanımadığı bir ortamda bulur. Önemli olan eşiği aşmaktır. "Eşiği aşmak kısa ya da uzun bir süre için yaşam değiştirmekle eşanlamlıdır."

"İnsanın bedeni olmadan yürümesinin ne anlamı olabilir?" sorusuyla devam eder. Yürümek yürüyüşçünün yürüyüş sırasında dünyaya bakışını derinleştirdiği, bedenini yeni koşulların içinde soktuğu bir eylem olur. Ve bu eylem sırasında "sırttaki çanta hep ağır gelir." Yürüyüşte taşıdığın eşyalarla geride bıraktıkların arasında hiçbir fark yoktur, bunlar aynı öneme sahiptirler. Bana öyle geliyor ki Breton, Sevgi Soysal'ı ve Ela'yı bir yerlerden tanıyor. Yoksa 'Yürümek'teki Ela niye yeni evine getirdiği büfesine eskiden kalma anlamlar yüklesin?

Eşyalardan sonra yaralar gelir: "Küçük olsun, büyük olsun, bütün yaralar yürüyüşçülerin günlük ekmeğidir." Yaraları sessizlik onarır: "Yürüyüş sessizliğin geçişi ve geçici sessizliğin hazzıdır... Sessizlik keskin bir yaşama duygusu verir. Bir durum saptaması yapmayı, yer belirleme, bir iç birlik sağlama, zor bir kararı uygulamada ilk adımı atmayı sağlayan bir vazgeçme anıdır." Öyle vazgeçer ki mesela Ela, bir daha geri dönüş artık mümkün değildir. Belki de o an Ela'nın elinde 'Yürümeye Övgü' kitabı vardır. "Yürüyüş yaşama sıkıntısı ya da acısına karşı bir ilaç" olmuştur bile çoktan. Adların peşine düşülmüştür. Ne de olsa "Her insanın kaderi sonsuz adlar içinde sadece bir avuç adı tanımaktır, dolayısıyla doğru insanı bulmak gerekir bu bağlamda, kesinlikle aranan şeyi bilen insanı."

Yürüyüşçünün bir terslik insanı olduğunu içine sindirebilecek bir ad olmalıdır bu. Çünkü yürüyüşçü "Kendi adımlarının yolunu yaratmak için bilinen yerlerin yanından dolaşır, kalabalık yollardan kaçar. Yürüyüşçü küçük aralıklar, iki aradalar insanıdır, ters yollara girmesi onu bir karşıtlar birliği içine sokar: Hem dışarıda hem içeride, hem burada hem oradadır." David le Breton'un Amerikan şair Robert Frost'la da bir arkadaşlığı olmuş galiba ki, şair şiirinin son iki dizesini "Ormanda iki yol vardı, ben az gidileni seçtim" olarak belirler. Kimbilir, belki Ela'nın da paltosunun cebinde bu dizeler saklıdır.

Yürümek paylaşmaktır

Benim 'Yürümeye Övgü'yü okurken sayfa kenarlarına aldığım notları sakladığım gibi, ama o notları sizden sakınmadığım gibi... Ne de olsa yürümek, biraz da paylaşmaktır:

Yürümek, az gidilen yolu seçmektir. Kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir, kişi buna izin vermemelidir. Çünkü yürümek gitmektir, arkana dönüp bakmadan gidebilme cesaretini gösterebilmektir.

Yürümek, kaybettiğini kabullenmektir. Bir şeyi kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. Önemli olan neyi kaybedeceğine ve neyi kazanacağına karar vermektir. Yürümek, kararlılık gerektirir.

Yürümek, rastlantının ta kendisidir. Bazen kişi neye rastlayacağını önceden kestirebilir, kendisini üzeceğini bile bile o rastlantının o rastlantı olmasını sağlar. Yürümek, olabilecekleri sezmek demektir. Bir sezgi kuvvetidir. Bu yüzden bazen yaralar yürümek, ağır yaralar hem...

Yürümek, görmektir. Gördüklerinin fotoğrafını çekmektir. Kalbini daha fazla yaralasın, kanatsın diye... O yüzden bazen yürümek, kalbin kanamasıdır, ama kan kaybına rağmen yol almaktır. Sabırla, yaraları sarmaktır. Çünkü sabır büyütür insanı... Yürümek, bu anlamda, beklemektir biraz... Kaygıyla tanışmaktır, taşımaktır onu omuzlarında...

Yürümek, eşiktir. Eşikten içeri ya girersin, ya girmezsin... Artık orası sana kalmış bir şeydir.

Yürümek, ara vermektir, mola almaktır hayattan. Yolun sonuna geldiğini kabul etmektir. Yolun değişebildiğini görmektir.

Yürümek, değişmektir.

Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır. Kendinle hiçbir zaman barışamayacağını, tökezleyip tökezleyip duracağını bilmektir. Yürümek, tökezlemekten başka bir şey değildir desem yeridir.

Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Onun için, yürümek, hep daha fazla yürümeyi istemek, yürümeye bir türlü doymamaktır. Yürümek, yetinmemektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, uzaklaşmaktır.

Yürümek, uzak olmaklığından dolayı özlemektir bir de... Geride bıraktıklarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, eşyalarını özlemektir... Yüreğinin bir parçasının hep bir yerde asılı kalmasının acısını çekmektir. Bu yüzden yürümek, yüreğin ta kendisidir. Kimbilir, belki ikisi de aynı fiilden türemişlerdir, de sonradan ayrı düşmüşlerdir.

Sizin için yürümek ne demektir, hiç düşündünüz mü? Düşünmedinizse eğer alın yanınıza 'Yürümeye Övgü'yü, çıkın dışarı yürüyüşe, merak etmeyin Breton da, Ela da, Frost da, elinizden tutacaktır.

Ümran KARTAL, Radikal Gazetesi, 12.09.2003

28 Eylül 2009 Pazartesi

Eğitim Modüllerimiz - VI / ARAMA KONFERANSI / CONFERENCE SEARCH


Ortak Aklın ve Belleğin Buluştuğu Yer


Biz kimiz, bizi bir arada tutan değerler nelerdir ?

Geçmişi hatırlıyor muyuz, dünümüz nasıldı ?,

Değişen dünya içindeki yerimiz ne?, Güçlü ve zayıf yönlerimiz,

Sahip olduğumuz fırsatlar, Karşılaşabileceğimiz tehditler.

Gün’ümüzden memnun muyuz ? Gelecekten ne bekliyoruz ?,

Geleceğimiz için neler yapıyoruz ?, Sorunlarımızı biliyor muyuz ?,

Sorunlarımızı nasıl çözüyoruz ?


G e l i n, s i z l e r l e b i r l i k t e (8) YA DA (16) SAATLİK SÜREDE


Bu soruların ve benzerlerinin yanıtlarını bulmaya;

takımımızın, şirketinizin ya da kurumunuzun fotoğrafını çekmeye,

görüntüde bulanık kalanları netleştirmeye;

bugüne kadar aklımıza gelmeyen ya da sormaya cesaret

edemediğimiz soruların yanıtlarını, tüm rütbelerin

eşitlendiği bir ortamda aramaya başlayalım...


BİR KATILIM VE UZLAŞMA TEKNİĞİ:


A R A M A K O N F E R A N S I

27 Eylül 2009 Pazar

Hafta Sonunda Schopenhauer ve Borges'i Okumak...

"Nesnelerin çekiciliği bize dokunmadıkları ölçüdedir.

Hayat hiçbir zaman güzel değildir;

güzel olan hayat üzerine yapılmış betimlemelerdir sadece"

Arthur Schopenhauer

"Zaman beni sürükleyen bir nehir, ama nehir benim;

Beni parçalayan bir kaplan, ama kaplan benim.

Beni tüketen bir ateş, ama ateş benim.

Evren, ne yazık ki, gerçek;

Ben, ne yazık ki, Borges’im."


"Hayalgücü,

kurallarınızı kendiniz belirlediğiniz bir kağıt oyunu gibidir.

Eğer kuralları göz ardı ederseniz tamamen özgürsünüz.”

Jorge Luis Borges

26 Eylül 2009 Cumartesi

Özgüven Üzerine


Her insanın kendisine güven ve güvensizlik duyduğu genel bir tutumu, yaşama bakışı vardır. Kendine güven, insanın kendisi hakkında olumlu ama gerçekçi tutumda olmasıdır. İnsanlar yaşamlarının bazı alanlarında (akademik çalışma, atletizm vb.) kendilerine fazla güvenirken, diğer bazı alanlarda (dış görünüm, sosyal ilişkiler vb.) fazla güven duymayabilirler. Kendine güven kişiye “yaşamım denetimimde” duygusu verir. Bu duygu yine de insanın her şeyi yapabileceği değil, beklentilerin gerçekçi tutulduğu anlamına gelir. Güvenli insanlar, bazı beklentileri gerçekleşmese bile, kendilerini kabul etmeyi ve olumlu düşünmeyi sürdürürler. Güvensiz kişilerin, kendilerine ilişkin duyguları başkalarına ve onlardan alacakları onaya bağlıdır. Başarılı değil başarısız olmayı bekler ve o korkuyla, risk almaktan kaçınırlar. Kendilerine düşük değer biçerler, kendilerine söylenen olumlu sözleri görmezden gelir ya da dikkate almazlar. Oysa kendine güveni olan kişiler, kendi yeteneklerine güvendiklerinden, diğerlerinin onayına bağlı kalmazlar. Kendilerini kabul etme ve ettirme eğilimindedirler, bunun için istemedikleri şeyleri yapmak zorunda olduklarını düşünmez, haklarına başkalarının haklarına tecavüz etmeden sahip çıkarlar.

Özgüven Nasıl Oluşur?

Kendine güvenin gelişimini etkileyen pek çok etken olmakla birlikte, özellikle çocukluk döneminin ilk yıllarında ana-baba tutumları insanın kendisi hakkındaki duygularının oluşumunda son derece önemlidir. Ana-babadan biri ya da her ikisi, aşırı derecede eleştirel ve yüksek beklentili ise ya da aşırı korumacı ve bağımsızlığı engelleyiciyse, çocuklar kendilerinin yeteneksiz, yetersiz ve değersiz olduğuna inanabilir. Oysa ana-babalar çocuklarının girişimlerini destekler, gelişimlerini alkışlar, hata yaptıkları zamanlarda doğrusunu bulmalarına yardımcı olurken, onları sevmeye ve kabul etmeye devam ederlerse çocuklar da kendilerini kabul etmeyi, sevmeyi ve güvenmeyi öğrenebilirler. Kendine güven eksikliği, mutlaka yetenekten yoksun olunduğu anlamına gelmez. Bu eksiklik, diğer insanların, özellikle ana-babanın, çevre ve toplumun gerçek dışı beklenti ile ölçütlerine fazla yoğunlaşmanın bir sonucudur. Bu noktada kendine güvensizliğin hiç bir şekilde değişmeyeceğini düşünmek de son derece yanlış olur.

Özgüveni Olumsuz Etkileyen Varsayımlar

Dış etkilere karşı korunmak için insanlar bazı gerçekdışı düşünceler geliştirirler. Bunların bazıları yapıcı, bazıları ise yıkıcıdır. Özgüveni olumsuz etkileyen bir kaç düşünce şekli ve onların gerçekçi seçenekleri şu şekilde sıralanabilir:

“Herkesin sevgisini ve onayını kazanmalıyım.”

Bu mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişinin değerini tamamen başkalarının onayına bırakır, adeta başkalarına bağımlı gibi yaşamayı getirir. Oysa kişisel değer ve ölçütler geliştirmek daha olumludur.

“Tüm önemli alanlarda yetenekli, yeterli ve başarılı olmalıyım.”

Bu da mükemmeliyetçi, ulaşılamaz bir hedeftir ve kişisel değerimizi başarıyla ölçmeye dayanır. Oysa başarı doyurucu olabilse de sizi daha değerli kılmaz. Değerli olma, her insanın doğuştan sahip olduğu bir özelliktir.

“Bugünkü bütün duygu ve davranışlarımı geçmişim belirler.”

Güven duygusunun çocukluk döneminde dış etkilerden daha fazla zarar görebildiği doğrudur, ancak yaşınız ilerledikçe bu etkilerin neler olduğuna ilişkin bir bilinç ve bakış açısı kazanabilir ve yaşamınız üzerinde ne gibi etkilere izin vereceğinize siz karar verebilirsiniz. Geçmişteki olayların gölgesinde umutsuzca yaşamak zorunda değilsiniz.

Özgüvene Zarar Veren Düşünce Tarzları

Aşağıda örnekleri verilen bazı düşünme biçimleri insanın özgüvenini sarsar ve olumsuz etkilere karşı savunmasız hale getirir:

Ya hep ya hiççilik: Kişi her şeyi tam ve mükemmel yapmayı bekler, bu nedenle ya tamamen ondan vazgeçer ya da sürekli kendisini kötü hisseder. Oysa ‘bir her şeyi tam olarak yapmak’ fikrinin kendisi ne kadar doğrudur? “Çok iyi yapamadığımda, tamamen başarısızım.”

Genellemek: Karamsar bir bakış açısıyla her köşe başında pusuya yatmış bir felaketle karşılaşmayı bekler. Bir şeyin sonucunu ve değerini tek bir davranış ya da göstergeye bağlar. “Biyoloji sınavında düşük aldım, asla tıbba giremeyeceğim.”

Etiketlemek: Etiketlemek, kişiyi tek bir davranışla ya da özellikle yargılamak anlamına gelen, suçluluk duygusu getiren, basit bir süreçtir. “Hep kaybediyorum, ama bu benim hatam.”

Olumsuza özel ilgi: İyi olan hiçbir şey, kötüler kadar önemsenmezler. Önemsiz bir eleştiri, sıradan yapılmış bir yorum, olumsuz bir ayrıntı bütün gerçeği gölgeler. İltifatlar göz ardı edilir. “Bir turda beş satranç oyununu kazandım, ancak sonuncuyu kaybedince moralim çok bozuldu.” “Bu kıyafetimi mi beğendin? Oysa beni şişman gösteriyor.”

Duyguların doğruluğunu sınamadan kabullenmek: Olumsuz bir duyguya insan başkalarının etkisinde kalarak kapılabilir ve bu gerçekleri yansıtmadığı halde öyleymiş gibi algılanır. “Kendimi çirkin buluyorum, böyle hissettiğime göre demek ki öyleyim.”

“-meli, -malı” cümleleriyle düşünmek: “-meli, -malı” ile biten cümleler genelde mükemmeliyetçi özelliğe işaret eder ve kişilerin kendi istek ya da arzularından çok başkalarının beklentilerini yansıtır. Gerekliliklere takılır. “Üniversiteye gelen herkesin bir meslek planı olmalı. Benim olmadığına göre, bende bir sorun var.”

Özgüveni Geliştirmenin Yolları

İlk çocukluk döneminde kişinin kendi ana-baba tutumunu değiştirmede ve çevresini belirlemede çok az gücü vardır, oysa bu sonraki yıllarda artar. Kişi bilinçli bir seçim ve çabayla olumsuz deneyimlerini olumluya çevirebilir. Gençlik döneminde insanın kendisi hakkındaki düşüncelerinde arkadaşların etkisi, ailenin ya da büyüklerinkinden çok daha güçlü hale gelir. Üniversite yıllarında öğrenciler, değerleri yeniden gözden geçirip kendi kimliklerini oluştururken arkadaş etkisine daha açık hale gelirler. Bu bağlamda, kendinizi olumsuz hissetmenize yol açan arkadaşların sizin için uygun olmadığına karar verebilir, onlardan uzaklaşmayı seçebilir ve yeni olumlu arkadaşlıklar kurabilirsiniz.

Aşağıda olumsuz düşünme tarzlarından kaçınıp kendinize olan güveninizi artırmanın beli başlı yolları sıralanmıştır:

İyi yanlarınızı görün: Yapabildiklerinizi göz ardı etmeyin, yapamadıklarınızda da gösterdiğiniz emek ve çabayı takdir edin. İşe yapabildiklerinizle başlamak, kaçınılmaz olabilen sınırlarınızı kabulde size yardımcı olacaktır.

İçsel değerlendirme yapın: Kendinizi değerlendirdiğiniz kendi iç değer ve ölçütleriniz olsun, gelişmenizi onlarla kıyaslayın. Başkalarıyla olan rekabetin sonucuna ya da toplumun genel geçer beklentilerine bağımlı kalmayın. Başkalarını da dinleyin ancak onların fikirlerini doğrudan kabul etmek yerine “akl-ı selim”inizle değerlendirmeyi öğrenin. Hiçbir konuda tek ve mutlak doğrular olmadığını sık sık kendinize hatırlatın. Başkalarının söylediklerinden çok kendi geliştirdiğiniz olumlu sesinize kulak verin

İçsel konuşmalarınız olsun: Kendi kendiyle içsel bir ses geliştirin ve onu kendinizi zararlı etkilere karşı korumada kullanın. Olumsuz düşüncelere kapılırken kendinize “dur” deyin ve daha mantıklı karşıt düşünceler, seçenekler geliştirin.

Risk alın: Yeni deneyimleri, kazanıp kaybedilecek sınavlar olarak değil, bir şeyler öğrenmek için birer fırsat olarak görün. Böylece zorlayıcı yaşantılarda kendinizi yıpratmak yerine geliştirebilirsiniz.

25 Eylül 2009 Cuma

Parkurlarımızdan: İzmir, Gümüldür - Denizatı Tesisleri




İzmir'e 45 dakika uzaklıktaki Gümüldür'de, bir yanı mandalin bahçeleri, bir yanı deniz, diğer bir yanı güzel derelerle çevrelenmiş, yoğun bir çam korusunun altındaki 60.000 metrekarelik alanda kurulu Denizatı Tatil Köyü, hem sahip olduğu geniş imkanlar hem de arka yamaçlardaki zengin orman dokusu ile takım çalışması odaklı açık hava eğitimleriyle binlerce kişinin ağırlanabileceği eğlenceli aktivitelere, pikniklere uygun güzel bir eğitim parkurudur.

24 Eylül 2009 Perşembe

Kitap Tanıtımı - "Duygusal Zeka Neden IQ'dan Daha Önemlidir?" - Daniel Goleman

IQ ile ölçülen zeka, insanların okul ve iş yaşamındaki başarısını belirleyen değişmez bir etken midir? Öyleyse, neden yüksek IQ'lu çocuklar, ortalama IQ'ya sahip arkadaşlarına göre hayatta daha başarısız olabiliyor? r. Daniel Goleman, psikoloji alanında çığır açan bu kitabında, 'EQ'nun 'IQ'dan daha önemli olduğunu kanıtlıyor. 'Duygusal zeka'yı, özbilinç, azim, dürtülerini frenleme, başkalarının duygularını paylaşabilme gibi özellikleri içeren bir zeka olarak tanımlıyor. raştırma bulgularına göre, duygusal zeka yoksunluğu, kişinin aile yaşamından mesleki başarısına, toplumsal ilişkilerinden sağlık durumuna kadar birçok alanda çok kötü sonuçlar doğurabiliyor. Ancak, Dr. Goleman'a göre, duygusal zeka doğuştan gelen bir özellik değil. İnsan beyninin yapısı dolayısıyla, çocuklukta alınan duygusal dersler, yaşam boyunca davranış tarzını belirliyor. aşta eğitimciler ve ana-babalar olmak üzere, herkesin ufkunu açan bu kitabın çok önemli bir toplumsal mesajı da var: Demokrasinin topluma ne ölçüde mal olduğu, bireylerin duygusal zeka düzeyiyle doğrudan bağlantılı.

Çeviren: Klinik Psikolog Banu Seçkin Yüksel
Varlık Yayınları, İstanbul - 1996

Yazarı Hakkında

Dr. Daniel Goleman (d. 1946, Stockon, Kaliforniya), Amerikalı psikolog ve danışmandır. Özellikle, duygusal zekâyla ilgili yazdığı kitapları farklı dillerde tercüme edilmiştir.

The New York Times’ta davranış ve beyin bilimleri konularından sorumludur, makaleleri dünya çapında yayınlanmaktadır. Doktora derecesini aldığı Harvard Üniversitesi’nde ders vermiş, Psychology Today'in baş editörlüğünü yapmıştır.

Diğer Yayınları
  • With K.R. Speeth: The Essential Psychotherapies: Theory and Practice by the Masters New York, New American Library, 1982.
  • Vital Lies, Simple Truths: The Psychology of Self-deception. New York, Simon and Schuster, 1985.
  • The Meditative Mind: Varieties of Meditative Experiences. Los Angeles, J.P. Tarcher, 1988.
  • The Creative Spirit. New York, Plume, 1992.
  • Working with Emotional Intelligence. New York, Bantam Books, 1998.
  • With R. Boyatzis and A. McKee :Primal Leadership: Realizing the Power of Emotional Intelligence Boston, MA, Harvard Business Press, 2002.
  • With contributions by R. Davidson: Destructive Emotions: How We Can Overcome Them: A Scientific Dialogue with the Dalai Lama New York, Bantam, 2003.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Takım Oyunlarımız - XVIII - "Melekler ve Şeytanlar"


Kısaca

Aslında bir psikodrama oyunu olan "Melekler ve Şeytanlar" oyununda, katılımcılar "Melekler", "Şeytanlar" ve "Oyuncular" olarak üç takıma ayrılır.

"Oyuncular", kapalı ya da açık alanda yürümek, koşmak gibi aktiviteler açısından tehlikeli ya da zor olan bir alanda hareket ederken, "Melekler" takımındaki oyuncular oyunu oynayan "Oyuncular"ı, "iyi", "güzel" ve "doğru" eylemler için, "Şeytanlar" takımındaki oyuncular ise "kötü", "çirkin" ve "yanlış" ikna etmeye, istediklerini yaptırmaya çalışırlar. Oyun esnasında "Melekler"in "Şeytanlar" gibi, "Şeytanlar"ın da "Melekler" gibi davranmaları, rol değiştirmeleri mümkündür. "Oyuncular"ın ise oyunun bu kuralından haberi yoktur...

Oyunun sonunda ise, tüm katılımcılarla birlikte "kötülük", "iyilik", "tehlike", "güven", "risk" gibi olgular üzerinde tartışılarak oyuncuların ve takımların oyun sırasında sergiledikleri performansları değerlendirilir.

Oyunun Amaçları

1. Takım oyuncularının "kötülük", "iyilik", "rekabet", "güvenmek", "güvenmemek" ve "risk" gibi kişiler ve gruplar arası ilişkilerde önemli yer tutan olguları tartışmalarını sağlamak,
2. Grup içi iletişim süreçlerini incelemek,
3. Risk yönetimi,
4. Problem çözme becerilerinin geliştirilmesi.

Süre

Oyuna katılan oyuncuların sayısına bağlı olarak 30 - 60 dakika.

22 Eylül 2009 Salı

Eğitim Modüllerimiz - V / Amarcord (Anımsıyorum)


Grup Belleği ve Takım Çalışması


Amaç: Grup ölçekli ilişki ve yönetim süreçlerindeki öğrenme, anımsama ve uygulama aşamalarında etkili olan grup belleği olgusunun, açık ya da kapalı alanlarda takım çalışması odaklı oyunların oynanması suretiyle ele alınıp irdelenmesi.


Eğitim Konuları: Birey ve grup ölçeğindeki ilişki ve yönetim süreçlerinde; öğrenme, anımsama ya da anımsayamamak, farklı anımsama yöntemleri, anımsama ve bellek metaforları, anımsayamamada Memento olgusu, “yakındaki” yerine “uzaktakini” anımsamada kullanımın / tekrarın önemi, anımsama hastalıkları, grup olarak anımsama, anımsamada grup içi işbölümü işbirliği, yardımlaşma ve dayanışma,

anımsamada bireysel ve kurumsal tarih çalışmaları, ortak anımsama ayinleri…


Süre ve Yer: Karada ve denizde Türkiye’nin değişik yerlerindeki parkurlar. Günübirlik ya da 2–3 günlük eğitimler.

21 Eylül 2009 Pazartesi

Parkurlarımızdan: İzmir, Karşıyaka Karagöl




İzmir - Karşıyaka kent merkezine 27 Km. uzaklıktaki Karagöl Mesire Alanı, Tantalos efsanesiyle ünlenen Yamanlar Dağı'nda 35 hektarlık bir gölün çevresinde oluşmuş bir doğa harikasıdır. Bizi bu güzel yere ulaştıran Karşıyaka- Karagöl arasındaki yolun acilen iyileştirilmesi gerekmektedir.
www.karagol.gen.tr

20 Eylül 2009 Pazar

Bayramda ve Hafta Sonunda Güzel Deyişler, Güzel Mısralar...


Yanılgı insanlar içindir,

ancak silginiz kaleminizden önce bitiyorsa,

fazlaca yanlış yapıyorsunuz demektir.

J. JENKINS

Sizinle görüşelim Ruhi Bey

Vaktim yok, vaktim yok

Ruhi Bey, görüşelim

Vaktim yok görüşmeye kimseyle

Ruhi Bey

Kendimle bile, kendimle bile.

(Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez

Ama hiç kimse.)

Edip Cansever (Ben Ruhi Bey Nasılım)


Büyük sıçrayışı gerçekleştirmek isteyen,

birkaç adım geriye gitmek zorundadır..

Bugün yarına dünle beslenerek yol alır...

Bertolt Brecht

19 Eylül 2009 Cumartesi

ARAMA KONFERANSI NEDİR ?




Arama Konferansı ortak akıl yaratmayı amaçlayan katılımcı bir planlama metodolojisidir. Bir grup iddia sahibi (stakeholder), belirli bir süre içinde bir araya gelerek ve farklı görüşme, tartışma yöntemlerinin uygulandığı bir düzlemde bir yürütücünün kolaylaştırıcı yönetimi altında birbirleriyle konuşup tartışarak, ideal geleceklerini ortaya çıkartacak yaratıcı stratejileri, işbirlikçi bir tutumla tasarlarlar.

Arama Konferansı, ortak görüş yaratmayı, ortak sorunlara çözüm bulmayı, daha iyiye ulaşmayı, gelişmek için neler yapılması gerektiğini belirlemeyi ve ortak hedefler seçmeyi sağlayan bir çalışma düzenidir. Katılımcılar, ortak aklı oluşturmak amacıyla farklı toplantı düzenlemeleri içinde bir araya getirilir. İddia ya da görüş sahipleri, konu ile ilgili, o konuda çalışıp deneyim kazanmış “karar vericiler” ve “bilgi birikimi olan kişiler” diye tanımlanır. Aranan şey ortak akıldır. Katılımcıların birbirlerini ikna ederek geliştirecekleri ortak akıl, arama konferansının her aşamasında aranır ve bulunur. Klasik konferans düzenlerinde bir veya birkaç kişi çıkıp belirli konuları anlatır ve geri kalanlar dinler; arama konferansında ise, tam tersine, katılanların tamamı bir düzen içinde konuşarak bir sonuca ulaşmaya çalışırlar.

Beyin fırtınaları, tartışma ve yorum konuları genelden özele doğru yürür ve evvelden tanımlanmış olan "konferans görevi" tamamlanınca sona erer. Arama Konferansı, Avustralyalı bilim adamı Fred Emery tarafından sistem düşünüşü ve grup dinamiği teorilerine dayandırılarak kurulmuş bir yöntemdir. Çok çeşitli sorunlarda ve kurumlarda Amerika, Kanada, Avustralya, İngiltere, Hindistan ve Norveç gibi ülkelerde son 20 yıldır kullanılmaktadır.

ARAMA KONFERANSI SÜRECİ

EVRE -1 GEÇMİŞİMİZ, GÜNÜMÜZ VE SEKTÖRÜ ETKİLEYEN GELİŞMELER

DEĞERLENDİRME

EVRE -2 GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRECEK EVRİMSEL GÜÇ VE DEĞERLER

DEĞERLENDİRME

EVRE -3 GELECEĞİN TASARIMI

DEĞERLENDİRME

EVRE -4 STRATEJİLER VE KARARLAR

Arama Konferansının amacı, normal olarak doğrudan ilişkide bulunmayan kişileri, olabildiğince normatif / kurumsal ilişkilerinden soyutlandıkları bir ortamda bir araya getirip, katılımlı bir tasarım ve problem çözme süreci içine sokmasıdır. Toplantılar, büyük gruptan küçük gruplara bölünerek, organik bir şekilde, konferans görevini bitirinceye kadar sürdürülür. Konferansın sonuca götürülmesinde bir yürütücü bulunur. Yürütücü tartışmanın içeriğine karışmaz ve içerik ile ilgili özel uzman olması gerekmez. Yürütücüden beklenen, sürecin gelişimini ve zamanlamayı yönetmesidir.

KATILANLARI SEÇME KOŞULLARI

  • Gelecekten etkilenen ve etkileyen; gelecek ile ilgili problemlerin çözülmesindeki alternatiflerden çıkarı olan kimseler düşünülür,
  • Karar vericiler, uygulayıcılar, kurum içi veya dışındaki ilgili ve yetkili yöneticilerin katılmasına özen gösterilmesi lazımdır,
  • Katılanların uzman olmaları gerekmez ve beklenmez,
  • Toplantı süresince rütbe, statü, yetki, yaş veya bir meslek grubuna ait olmak katılımcıların varsayımlarını etkilese de, oturumlarda bir öncelik veya bir ayrıcalık sağlamaz,
  • Gönüllü katılım önemlidir,
  • Katılımcılardan kendi fikirleri kadar diğer fikirleri dinlemeye önem vermeleri, yeni ve alışılagelmiş fikirlere önyargılı yaklaşmamaları, kavgacı değil uzlaştırıcı olmaları beklenir,
  • Arama konferansı klasik bir konferans türü değildir. Uzun konuşmalar yapılmaz. Metodoloji yönlendirmesi doğrultusunda her türlü yanıta ve görüşe yer verilir.

KATILMA KOŞULLARI

  • Katılanlar tüm toplantıya katılırlar. Konferans sürecinin evreleri birbiri arasında ilişkili olduğu için bir parçasına katılıp öbür parçasına katılmamak olmaz,
  • Konferans bitinceye kadar katılanlar hiçbir şekilde rahatsız edilmemelidirler. Konferans mekânından ayrılarak başka bir yere, örneğin eve gitmeye veya misafir kabul etmeye izin verilmez,
  • Konferans bir sosyal ada yaratmalıdır. Katılanlar iş yerlerinden ve ailelerinden uzakta 2,5–3 gün aynı mekânda kalırlar. Yatma, yeme ve dinlenme tesislerinin aynı mekânda olmasına özen gösterilmesi lazımdır.

KONFERANS GÖREVİ OLARAK DÜŞÜNÜLEBİLECEK HEDEFLER

  • Stratejik görüş, vizyon veya misyonun tasarlanması
  • Gerçekçi ve yaratıcı stratejiler
  • Katılımlı, işbirlikçi, ortak tasarım ve eylem
  • Mutabakat ve uzlaşma
  • Uygulayıcıların strateji ile ilgili taahhütlerinin alınması ve stratejiyi benimsemeleri,
  • Katılanların birbirini eğitmesi,
  • Kuruma yeni katılan kimselerin ortamın değişik boyutlarına çabuk bir şekilde uyum sağlaması
  • Değer yargılarının konferans süreci içersinde irdelenmesi ve paylaşılması
  • Demokratik diyalog ve katılımcı yönetim ortamının yaşanması
  • Normal olarak uzmanlara bırakılsa aylar, belki yıllar sürecek analiz ve sonuçlandırmaları 2,5–3 gün gibi kısa bir sürede gerçekleştirmek.