Batıdan, batı kültüründen çıkmış bir Fransız yazar olan Jean Baudrillard, kendi kültürünü yorumluyor ve bunu tüm gerçekçiliği ile övünmeden, tarafsız bir gözle yansıtıyor.
O batı kültüründe yaşamış bir yazar ve yaşadığı kültürün aslında kültürlük yeri kalmadığını üzülerek de olsa ifade ediyor.
Öncelikle her şeyin bir benzetim evreni içinde döndüğünü savunuyor. Gerçekler, doğrular çarpıtılarak, üzerine daha çok yenilikler, teknoloji eklenerek gerçeklikten çıkarılıyor ve hiper gerçekliğe giriliyor. Bu hiper gerçeklikten kastedilen; simülasyondur. Yani, bir köken ya da gerçeklikten yoksun, gerçeğin modeller aracılığı ile türetilmesidir. Yani, simülasyonda ki gerçek, öyle bir süslenip, paketlenip önümüze sunuluyor ki bu yapılan ürün daha güzel görünüyor ama tüm bu işlemler sırasında gerçekliğini kaybediyor. Ne kadar işlenirse o kadar sanallaşıyor, hiper gerçekliğe ulaşıyor.
Terem yağ tereyağının lezzet ikizi. Ancak tereyağının gerçekliğine sahip değil. Ondan lezzetli, zararsız, besleyici vs..
Simülasyon, gerçeğin kendinden geçmiş, saf, boş, anlamsız biçimidir. Simülasyonda orijinallik kavramı yoktur. Toplumsal yoktur. Toplumsal ötesi yani bir kitle vardır. Kitle toplumsalın içi boş ve kendinden geçmiş biçimidir.
Simülasyon evreninin nesnesi bir tür yaşayan ölü taklidi yapmaktadır.
20.yy da insan bilimleri alanında ortaya Baudrillard tarafından atılan simülasyon kavramının konu aldığı temel gerçeklerden biri; batı ile dünyanın geri kalan ülkeleri arasındaki tarihsel süreç farklılığıdır.
Baudrillard’ın deyimiyle sonu gelen her kültür ya da uygarlık gibi batı kültürü de
evrenselleşerek ortadan kaybolmaktadır.
Görünüşe göre tüm kültürler batı tarafından bozulmuş gibidir. Oysa kesinlikle bozuk olan bir kültür varsa o da batının kendisidir.
Özünde kültürleri fiziksel ve ahlaki açıdan yıkabilirsiniz, ancak onları kazanamazsınız. Bu tuhaflığın nedeni, o kültürlerin kendi kendileriyle suç ortaklığı yapabilmeleri ve kendi kültürlerinin bilincinde olmalarıdır. Batı kendine yabancı bir kültürdür. Bu sebeple diğer kültürlerin içine bir ahıra girer gibi girer.
Simülasyonun temel özelliği “mış gibi yapmak” değil; gerçeğe gerçekten daha çok benzemektir.
Küreselleşme ise tam bir çılgınlık. Tüm kültürlerin yok olup tek bir kültür altında toplanması… Adına kültür bile denemeyecek içi boş batı kültürünün; kıyıda köşede kalmış son kırıntıları yaşayan gerçek kültürlere çatı olmaya çalışması çok büyük bir hayalcilik. Baudrillard göre küreselleşme hudut tanımayan yayılmacılığı ile kendi imhasının şartlarını hazırlıyor. Yani batı kültürünü kendi kendini yok etmeye ayarlı bir mekanizma olarak görüyor.
Baudrillard, Der Spiegel‘e verdiği röportajda küreselleşmeyi aydınlanmanın son noktası olarak gösteriyor.
Bütün çelişkinin çözüldüğü nihai durak. Gerçekte ise her şeyi pazarlık edilebilir, parası ödenebilir bir, değişim değerine indirgiyor.
Bu süreç aşırı şiddet yüklüdür. Çünkü her şeyin tek tipleştiği, ötekinin ve ötekiliğin yok edildiği bir durum hedefliyor. Tekil plan, özgün olan yani her değişik kültür ve sonuçta her parasal olmayan değer ortadan kalkmalı.
Ona göre, gösterilenle, yaşam aynı değil. Küreselleşme her şeyin tek tipleştiği bir durum hedefliyor.
Bu dünya üzerindeki tüm özgün kültürlerin yok olması demektir. Ancak tüm bunlar yapılırken önümüze öyle cazip bir paket sunuyorlar ki, içinin dışına bu denli zıt olabileceği düşünülemiyor.
İşte tam burada Baudrillard, yapılanların yanlış olduğunu tüm gerçekliğiyle bize aktararak ahlakçılığını kanıtlar. Ona göre ahlakçılık, beraberinde doğruluğu, doğruyu söyleme zorunluluğunu getirir. Tüm gerçekleri çıplaklığı ile kendi bakış açımızı kullanmaksızın iyi, kötü kavramların dışında algılayabilmeliyiz. Ancak bunu yapabildiğimizde, etik davranmış oluruz. Baudrillard ahlak konusunda şunları söylüyor; gözlerinizi gerçeğe kapatmanın, dayanılması güç olanı göz ardı etmek için bahane aramanın ahlak dışı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Ve devam ediyor.
Ben olayla olduğu gibi yüzleşmeye çalışıyorum, ikircikli olmadan.
Bunların yanında insan hakları da küreselleşme süreci gibi yasal bir araca dönüştürülmeye başlandı. Artık insan hakları da pratikte bir tür yasal oyuncak haline getirildi.
Küreselleşmeyi bize dayatılan emir, insan hakları, özgürlük, demokrasiyi de küreselleşme sürecinin elemanları olarak algılayabiliriz.
Demokrasi tehdit ve şantajla getirildiği için kendi kendini içten içe yok ediyor.
İşte hudut tanımayan bu tek kültür, tek demokrasi, tek özgürlük yani küreselleşme süreci kabul edildiğinde öteki yok edilmiş, her kültür aynılaştırılmış, gerçekler yok edilmiş olacak. Ortada herkesin yaşaya yaşaya tükettiği bir çevre, kalitesiz bir yaşam ve kültür adı altında ama kültürle pek ilgisi olmayan kültür benzerleri bulunacak. Birey kendi kişiliğinin dışında gelişecek. Herkes aynı olunca da insan yok olacak!
Metni, Baudrillard’ın şu sözleriyle bitirmek istiyorum.
‘Medusa öyle kökten bir ötekiliği temsil eder ki ona bakan ölür.
Pınar Nurhan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder