28 Şubat 2010 Pazar

Hafta Sonunda Sevgi, Yalan ve Kurban Olmak Üzerine Güzel Sözler...

"Yalana borçlu olduğumuz mutluluk gerçek mutluluk değildir."

Heinrich HEINE

"Hayatınız boyunca bir kurban olmak zorunda değilsiniz.

Tam şu anda ne olduğunuz, geçmişteki seçimlerinizin bir sonucudur.

Ne olacağınız ise bundan sonra yapacağınız seçimlere bağılıdır."

Ivan BURNELL


Sevgi motorlu bir araç gibi problemsizdir,

problem yaratanlar sadece kullanıcı, yolcular ve yoldur.

Franz KAFKA

26 Şubat 2010 Cuma

Oyunu kurallarıyla oynamak üzerine...


Oyun ve Oyunbozan

“Kurallara karşı çıkan veya bunlara uymayan oyuncu, bir oyunbozandır… Oyunbozan, sözde oyuncudan tamamen başka bir şeydir. Bu sonuncusu oyunu oynuyormuş gibi yapmaktadır. Görünüşte oyunun büyülü çemberini kabul ediyormuş gibi davranmaya devam eder. Oyuncular topluluğu onu oyunbozandan daha kolayca affederler, çünkü oyunbozan onların evrenini tahrip etmektedir. Oyunbozan mızıkçılık ederek, ötekilerle beraber geçici olarak içine kapandığı bir evrenin nispi değerini ve kırılganlığını keşfeder. Oyunun yarattığı yanılsamayı, inlusio’yu (*), kelimenin gerçek anlamıyla ‘oyuna girişi’ anlam dolu bu kelimeyi yok eder. Hemen oyundan atılmalıdır, çünkü oyuncular topluluğunun varlığını tehdit etmektedir.” Sh.29

(*) İroni, illüzyon

Oyun ve Cemaatleşme

“Oyuncular topluluğu, oyun bitmiş olsa bile, sürekliliğe yönelik genel bir eğilim göstermektedirler. Elbette en küçük bir misket oyununun veya en önemsiz bir briç partisinin kulüp kurmaya yönelttiği söylenemez. Ancak istisnailiğin içinde birlikte yaşama, önemli bir şeyi birlikte paylaşma, ötekilerden hep birlikte ayrılma ve genel ölçülerin dışına çıkma duygusu, yalnızca oyun süresiyle sınırlı kalmayan bir cazibe oluşturmaktadır.” Sh.29

Oyun ve Hukuk

“Dava, hak olan ve olmayan şeyi kabul ettirmek için; kimin haklı, kimin haksız olduğuna karar vermek için; kimin kazandığını, kimin kaybettiğini belirlemek için yapılan bir mücadeledir.” Sh. 104

Johan Huizinga, Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995

25 Şubat 2010 Perşembe

Takım Oyunlarımız - "Zirvede Buluşmak"


Takım halinde oynanan bu oyunda, oyuncular profesyonel tırmanışçıların gözetiminde tırmanma ipi, ağ ve diğer yardımcı malzemeleri kullanarak farklı eğimdeki kayalarda ya da yapay tırmanış duvarlarında birbirleriyle yardımlaşarak iniş ya da tırmanış yapmaktadırlar. Oyunun süresi ortalama bir saattir.

Oyunun ele aldığı olgular :

Takım uyumu, takım içi ilişkiler ve liderlik, zaman yönetimi vd.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Kitap Tanıtımı - "Karakter Aşınması - Yeni Kapitalizmin İşin Kişilik Üzerindeki Etkiler", Richard Sennett

Yeni ekonomik düzenin büyülü sözcüğü “değişim”in doğası nedir, insanlara nasıl yansıyor? Her zaman kısa vadeye endeksli bir ekonomide kişi kalıcı değer ve hedeflere sahip olabilir? Her an parçalanan veya sürekli yeniden yapılanan kurumlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir?

Küreselleşme olgusunu makro düzeyde inceleyen birçok kitap yayımlandığı halde, bu sürecin mikro düzeyi, insan karakteri üzerindeki etkileri pek az incelendi. Richard Sennett, Karakter Aşınması'nda bunu yapıyor. Ona göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde "hızlı kâr"ın dışında başka bir amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahele edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştirerek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği "güvensizlik" ve "kayıtsızlık" duygusu... Ve bir de karakter aşınması... Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı karlı bulmaz, reddeder.

Sennett Karakter Aşınması'nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: "Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?" Ve ekliyor "değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim."

Karakter Aşınması - Yeni Kapitalizmde İşin Kişilik Üzerindeki Etkiler, Richard Sennett, Çev.: Barış Yıldırım, Ayrıntı Yayınları, 2005, 172 s.

“Küreselleşme günümüze kadar büyük ölçüde uluslararası sermayenin yükselişi, bölgesel iktidar bloklarının oluşumu, savaşlar ve etnik çatışmalar bağlamında incelendi. Oysa gün be gün yaşadığımız gibi, bu süreç hepimizin gündelik yaşamını derinden etkiliyor. Kapitalizmin gelişiminin patlamalarla ilerlediği birçok dönemde olduğu gibi, bugün de küresel sermayenin geçirdiği dönüşümler, temelde iş süreçlerindeki değişimler dolayımıyla hepimizin aile yaşamını, arkadaş ilişkilerini ve elbette karakterinin tutarlılığını sarsıyor. Richard Sennett’in Ayrıntı Yayınları’nca Türkçe’ye kazandırılan kitabı Karakter Aşınması’nda, özellikle ABD çerçevesinde büyük bir uzgörüyle incelediği bu süreçler artık bütün dünyada elle tutulur halde.

ESNEK KAPİTALİZM

1970’lerden beri topluma kök salan, daha doğrusu geçmişin organize kapitalizminin köklerini koparan esnek kapitalizmin anlamı, artık kimsenin bir işte hayatını geçirip emeklilik kazanmayı beklememesi, bireyin sürekli piyasa rüzgarlarına göre eğilip bükülmeye, iş değiştirmeye, işsiz kalmaya, yeni beceriler öğrenmeye hazır olması. Kişi aile ve arkadaş ilişkilerini buna göre şekillendirmeye de terddütsüz hazır olmalı. Şüphesiz, bir anlamda geçmişin rutin ve klostrofobik mesleki ve bireysel ilişkilerini kırmak fikri, önümüzde yeni fırsatlar açıldığını düşündürüyor hepimize.

Ancak bu durum bizi aynı zamanda her tür bağlılığı, her tür sorumluluk almayı olumsuzlayan bir konuma itmiyor mu? Her birimizin bu kadar sık iş değiştirmesi ve ciddi işsizlik dönemleri yaşamamız sonucunda iş ve insan ilişkileri kalıcılık kazanamıyor; iş arkadaşları arasında, şirketlerin o soğuk cam ve metal bölmeleriniş bir parça yumuşatacak mamimiyet sarmaşığı boy atmıyor.

Sennett’in yazdıkları artık sadece ABD’nde değil Avrupa ve elbette Türkiye için de geçerli. Lizbon hedefleri çerçevesinde Avrupa ülkeleri de, emek piyasaları esnekleşirken bireylerin sosyal güvencesi nasıl sağlanabilir, nasıl bir “flexicurity” ya da güvenceli esneklik üretebiliriz sorusunu kendine sordurmuyor mu? Türkiye’de şüphesiz bu süreci çok daha acımasız bir biçimde yaşıyoruz; zaten kurumsal güvenlik ağları geleneksel olarak zayıf olan ülkemizde her çalışan kendisini sürekli tehdit altında hissediyor; yaptığımız işi sahiplenmek, bir meslek gururu üretmek artık kaçımıza nasip oluyor? İşyerindeki ilişkilerde geçerli olan etik değerler, ailemizle veya arkadaşlarımızla kurduğumuz ilişkilerdeki etik değerlerleörtüşüyor mu?

SENNETT’İN FARKI

Sennett alıştığımız Amerikan sosyologlarına pek benzemiyor; içinde yaşadığı toplumu değerlendirirken, ekonomik sistemin rasyonalitesini veya siyasal ve toplumsal entegrasyon gereklerini mutlaka kabul etmekten ziyade, bizzat tanıdığı işçilerin, mühendislerin, ekmek ustalarının, barmaid’lerin hayatından, arkadaşlarının aile yaşamlarından yola çıkıyor, onlara olan sempatisini veya öfkesini gizlemeye çalışmıyor, okuyucuyla ve arkadaşlarıyla birlikte sigarasını tüttürüp, tartışıyor. Bütün bu süreçte de eski Yunan’dan 19. yy gerçekçi romanlarına, oradan en güncel eleştirel sosyal bilimcilere uzanan çok zengin bir etik sorgulama geleneğini de seferber ediyor. Sosyal bilimler teorisiyle gündelik yaşam sıkıntılarımız arasındaki yapma bariyeri aşmak isteyen hepimizin okuması gereken bir kitap…”

Defne KAYA, Cumhuriyet Kitap, 27 Ekim 2005, Sayı: 819, Sh.19

23 Şubat 2010 Salı

Eğitim Modüllerimiz - "Oyun Bahçesi"


Oyun olgusu, grup içi ve gruplar sı ilişkilerde kişinin diğer kişi ve gruplaraarla ilişkilerini etkileyen, belirleyen ya da düzenleyen bir iletişim ortamının oluşumunu sağlayabilir; hatta, bu ilişki ve iletişimin daha iyi bir düzeye çıkması için bir yöntem olarak kullanılabilir. Oyun olgusu, bu durumun dışında bir eğitim aracı olarak da değerlendirilebilir, bu özelliği çağdaş drama ve doğaçlama gibi tekniklerle desteklenebilir.

Ibexes Group Eğitim Danışmanlığı, 2003-2004 döneminde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi ile birlikte yaptığı "Bir İletişim Modeli Olarak Oyun" başlıklı araştırmasında bu tespitten yola çıkarak bireyin gruplarla ve grupların diğer gruplarla ilişkilerinde ortaya çıkan belirli sorunların çözümünü kolaylaştırmak amacıyla oyunun bu özelliğini sorgulamış, bu araştırmanın sonucunda birçok kurum ve firma ile yaptığı çalışmada sorunların çözümüne odaklı oyun atölyelerinin verimli ve etkin sonuçlarından yararlanmıştır.

"Oyun Bahçesi", ele alınan sorunların oyun ortamında irdelenip çalışmaya katılan grubun sorunları tanımlama, çözümleme ve çözme yeterliliğini ortaya koymakta, zaman zaman ortaya çıkan sonuçların doğruluğunu ve geçerliliğini çalışmaya başka grupları da dahil ederek doğrulamaktadır.

Kalitatif ve kantitatif bilimsel araştırma yöntemlerinin kişi ve grup ölçeğinde ele alındığı bu eğitim modülünde, ele alınan sorunun eğlenceli, keyifli bir oyun ortamında değerlendirilmesi sağlanmakta, sorunun tarafı olan oyuncuların gerçek katılımı sağlanmaktadır.

22 Şubat 2010 Pazartesi

Parkurlarımızdan: Aydın, Kuşadası, Dilek Yarımadası Milli Parkı




Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası Millî Parkı, dünyada bir örneği daha olmayan, bir yanda Akdeniz'den Kafkasya'ya kadar kıyılarda yayılım gösteren neredeyse tüm bitkilerin doğal olarak bir arada görüldüğü bir botanik bahçesidir.

Millî Park 27.675 hektarlık bir alana sahiptir. Bu alanın 10.985 hektarı 1966 yılında Millî Park ilan edilen Dilek Yarımadası’na, 16.690 hektarı 1994 yılında Milli Park ilan edilen Büyük Menderes Deltası'na aittir.

Karşısında Sisam Adası bulunan Millî Parkın Dilek Yarımadası bölümü, Samsun Dağları'nın Ege Denizi'ne doğru uzanan son noktasıdır. 20 km uzunluğunda ve ortalama 6 km genişliğindedir. Yarımadada bir çok tepe, vadi, kanyon ve koy bulunur. Ortalama 650 m yüksekliğe sahip yarımadanın en yüksek yeri Millî Parkın adını aldığı Mykale yani Dilek Tepe'dir ve 1237 m yüksekliğindedir. Ayrıca kumlu, killi, yatık ve yüksek kıyı şekillerini içeren plajlarıyla ilgi çekici kıyı özelliklerine sahiptir.

Yarımadanın güneyine bitişik olan Büyük Menderes Deltası’nın en önemli su kaynağı 584 km. uzunluğundaki Büyük Menderes Nehridir.
Dilek Yarımadası – Büyük Menderes Deltası Millî Parkı'nda yaklaşık 250 adet kuş türü bulunur ve bunlardan 70'i burada ürer. Nesli dünya ölçeğinde tehlike altında olan Küçük Karabatak, dünyada toplam sayıları 3000 çift olduğu tahmin edilen Tepeli Pelikan, Küçük Akbalıkçıl , Küçük Kerkenez, Akça Cılıbıt ve Akkuyruklu Kartal deltada üreyen önemli kuş türlerinden bazılarıdır.

Millî Park içerisinde 804 bitki türü belirlenmiştir. Bu bitkilerden 6'sı endemiktir. Ayrıca dünyada sadece Türkiye'de bulunan 18 bitki türünü de barındırır. Akdeniz maki bitki örtüsünün hemen hemen bütün bitki türlerinin en canlı ve sağlıklı örnekleri yarımadada yer alır. Dilek Yarımadası, genelde yaygın olarak Kuzey ve Batı Anadolu'da yayılış gösteren Anadolu Kestanesinin en güneye indiği, ülkemizde birkaç yerde bulunan Kartopunun, Finike Ardıcının, Melez Pırnal Meşesinin ve Dallı Servinin küçük orman toplulukları meydana getirerek yetiştiği tek yerdir. Başka deyişle, Millî Park, Akdeniz'den Karadeniz'e kadar tüm Anadolu'da var olan bitki türlerinin doğal olarak bir arada görüldüğü biricik doğa müzesi olma özelliğini taşımaktadır. Bu benzersiz biyolojik çeşitlilik nedeniyle Dilek Yarımadası, Avrupa Konseyi tarafından “Flora Biyogenetik Rezerv Alanı” olarak kabul edilmiştir.

Millî Park, 28 memeli, 42 sürüngen, 45 çeşit balık türüne ve çok sayıda deniz canlısına ev sahipliği yapar. Yunusların ve Deniz Kaplumbağalarının özgürce dolaştığı bu ortam içinde, türlü alglar, ahtapot ailesinden kafadan bacaklılar, deniz kestaneleri ve deniz yıldızları, süngerler ve pek çok balık türü yaşar. Orfoz, Lağos, Sinarit, Mığrı, Müren, Levrek, Eşkina, Akya, Sarpa, İskaroz, Papaz balığı, Karagöz, Melanur, Lapin, Mırmır, Sargoz, Hanoz, İskorpit, Kefal, Çipura bu balıklardan bazılarıdır. 1998 yılında Kavaklıburun koyu sahilinde karaya vuran, Akdeniz'de yaşayan bir tür olan Uzun Balinanın 14 metre boyundaki ölüsü Millî Park sahillerinin ender de olsa balinalara ev sahipliği yaptığını ortaya çıkarmıştır.
Millî Park, nesli tükenmiş ya da tükenmek üzere olan Anadolu Parsı’nın batıda yaşadığı son noktadır. Dünyanın en nadir 10 deniz memelisinden biri olan Akdeniz Foku da milli park kıyılarında yaşar. Yaban domuzu, Karakulak, Vaşak, Çakal, Sırtlan, doğaya terkedilmiş ve yabanileşmiş sığırlar ve atlar ile bir çok hayvan türü milli parkta bulunan hayvanlardan bazılarıdır.

M.Ö. 9. yüzyılda 12 Ion kentinin kutsal toplanma merkezi Panionion, antik Thebai kenti, Ayayorgi Manastırı, tarihi Doğanbey Köyü, Karina, Hagios Antonios Manastırı ve Zeus Mağarası da Millî Park sınırları içerisindedir.

16 Şubat 2010 Salı

Takım Oyunlarımız - "Kare Tekerlekler"


Kısaca

Oyunu oynayan takımlar kendilerine teslim edilen iki ayrı ipi, takım oyuncularının ya da liderin gözlerinin kapalı olduğu değişik oyun düzenleri içinde ve farklı iletişim yöntemlerini kullanarak içiçe girmiş iki ayrı kale şekline getirmeye çalışacaklardır.

Oyunun Amaçları

1. Takım lideri ile oyuncular arasındaki iletişimin düzeyini, farklı iletişim yöntemleri boyutunda sorgulamak,
2. Zaman yönetimi,
3. Alternatif yaratma, yaratılan alternatifler arasında seçim yapma ve karar verme süreçlerinin irdelenmesi,
4. Problem çözme becerilerinin geliştirilmesi.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Parkurlarımızdan: İzmir, Karaburun Kömürburnu




İzmir'in en sessiz, en ıssız ilçesinin en sessiz, en ıssız köşesi: Kömürburnu. Denizin, ormanın, balığın diyarı. Ülkemizin tanınmış firması Cicikom sayesinde öğrendiğimiz, Cicikom satış ve pazarlama ekibi ile birlikte yürüyerek, yüzerek ve de oynayarak tanıdığımız, Yeniliman'daki pansiyoncu dostumuz Ata'nın yardımlarıyla rahat ettiğimiz ve keyif aldığımız güzel bir parkur... Herkese tavsiye ederiz.

14 Şubat 2010 Pazar

Hafta Sonunda Walter Benjamin'in Dilinden "Şimdiki Zaman " ve "Geçmiş"...


"Geçmişin her görünütüsü,

o geçmişte kendisinin de kastedilmiş olduğunu kavrayamayan her şimdiki zamanla birlikte,

bir daha yakalanamayacak şekilde yitirilme tehlikesi içindedir."

Tarih Felsefesi Üzerine Tezler
Walter BENJAMIN

11 Şubat 2010 Perşembe

NETAFIM DRIPPING ACTION !


12 ve 13 Şubat 2010 tarihlerinde,

Damlama sulama sistemleri sektöründe

ülkemizin ve Dünyanın lider kuruluşu

Netafim Sulama Sistemleri Ticaret Limited Şirketi'nin

satış-pazarlama yöneticileri ve bayileriyle birlikte Antalya'da,

takım çalışması odaklı

"NETAFIM DRIPPING ACTION!" etkinliğinde

beraber olacağız.

10 Şubat 2010 Çarşamba

Takım Oyunlarımız - "Pan'ın Labirenti"


Kısaca

Takımlar halinde oynanan bu oyunda, her takım oyun alanı olarak düzenlenen bir labirentin içinde, takım oyunculayla kurduklailetişimi bozmadan çıkış noktasına ulaşmaya çalışmaktadır.

Oyunun Amaçları

1. Takım çalışması içinde takım ruhunun oluşumunu sağlamak,
2. Grup içi iletişim süreçlerini incelemek,
3. Zaman yönetimi,
4. Birey ve grup ölçekli yaratıcılık süreçleri,
5. Problem çözme becerilerinin geliştirilmesi.

9 Şubat 2010 Salı

Kitap Tanıtımı: "Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi" - Şule ZİLCİOĞLU

Kitap – “Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi”

Çocuk Müzesi Batı’da yaklaşık yüz yıldan beri var olan bir müze türüdür. Çocuk müzesi, bilim merkezi, eğitim müzesi, oyuncak müzesi aynı genel tür içinde yer alan ancak işlevleri farklı olan müze çeşitleridir. Önemli olan hepsinin çocuğa yönelik olması, çocuğun gelişimine ve eğitimine hizmet etmesidir. Türkiye’de hiç “Çocuk Müzesi” olmaması bu açıdan büyük bir eksiklik sayılmalıdır. Çocuk müzesi türüyle ilgili hiç olmaması da aynı sorunun başka bir yönüdür.

Uzman Şule ZİLCİCİOĞLU’nun derlediği, Prof. Dr. Bekir ONUR’un yayına hazırladığı bu kitap bize hem çocuk müzelerini tanıtmakta, hem de bu müzelerde yapılan eğitim etkinliklerini açıklamaktadır. Kitabın içeriği öğrencilere, öğretmenlere, ana babalara yararlı olacak zenginliktedir.

Şule ZİLCİOĞLU, Prof.Dr. Bekir ONUR, Ürün Yayınları Ankara-2008, 116 sh.

Yüksek Lisans Tezi – Avrupa’da Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi: “Almanya Örneği”

Avrupa’da Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi: “Almanya Örneği” isimli bu çalışma ile Türkiye için yeni bir müze türü olan çocuk müzeleri incelenmiştir. Beş bölümden oluşan araştırma ile çocuk müzelerinin gerekliligi ve önemi belirtilmiştir. Çocuk müzeleri tanımlanmış, dünya çocuk müzeleri örnekleri ile birlikte açıklanmıştır. Almanya çocuk müzeleri daha ayrıntılı ele alınıp Frankfurt Çocuk Müzesi’nin gerçekleştirdigi iki sergiye yer verilmiştir.

Çocuk müzelerinin ortak özellikleri, hedefleri ve görevlerinden yola çıkılarak çocuk müzeleri tanımlanmıştır. Dünya çocuk müzelerinin doguşu açıklanmış, Amerika Birlesik Devletleri’nde, Avrupa’da, Japonya’da çocuk müzeleri örnekleri ile incelenmiştir. Avrupa çocuk müzeleri içerisinden Almanya örneği ele alınmış Almanya müzelerinde müze egitimi çalışmalarının başlangıcı ve bugünü örnekleri ile açıklanmıştır. Almanya’nın ilk çocuk müzesi olarak kabul edilen Frankfurt Çocuk Müzesi’nin gerçekleştirdigi iki sergi: “Kalp Kıpırtısı” ve “Dünya Oyuncakları” sergileri hazırlık, açılış ve ziyaret aşamaları ile anlatılmıştır. “Almanya Çocuk Müzeleri Katalogu” ile Avrupa da çocuk müzeleri alanında önemli yere sahip olan bu ülkenin çocuk müzeleri katalogu oluşturulmuştur.

Sonuç kısmında bu müzelerin Türkiye’de yaygınlaştırılması konusunda toplumun her kesiminden kişi ve kuruluşlara düşen görevler belirtilmiş ve bu müze türünün yaygınlaştırılmasının gerekliliği vurgulanmıştır.

Sule ZİLCİOĞLU, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müze Eğitimi Anabilim Dalı, 2008

8 Şubat 2010 Pazartesi

Parkurlarımızdan: Dalyan, Dalaman, Köyceğiz




Dirmil yakınlarındaki Kocaş Dağı’ndan doğan, antik ismi İndos olan Dalaman Çayı, Marmaris ile Fethiye arasında yer alır. Toplam uzunluğu 229 kilometredir. Batı Toroslar'ın Göktepe ve Yaylacık dağlarından inen kolların birleşmesiyle büyüyen çay, dar ve derin bir vadi içinde akarak, Ortaca'nın 8 km. güneyinden denize dökülür.

Doğal kireçtaşı ile beslenen, berrak bir görüntüsü olan çay, her zaman ılık ve turkuaz mavisi rengindedir. Akdeniz ve Ege'de yer alan turistik yörelere yakınlığı nedeniyle, yerli ve yabancı turistlerce ilgi gören Dalaman Çayı'nda yıl boyu rafting yapılabilir.

Dalaman Çayı’nda rafting yapılan parkur, Narlı ile Akköprü arasında, birbirini izleyen ve toplam uzunluğu 26 km. olan iki ayrı parkurdan oluşmaktadır.

Narlı ile Meşebükü arasındaki 12 km.’lik birinci (R3 parkuru) parkur, sahip olduğu 3-4 zorluk derecesi ve zorlu rapidleri ile Dünyanın önemli parkurları arasında yer almaktadır.

Meşebükü ile Akköprü arasındaki 14 km.’lik ikinci (R2 parkuru) ise (3) zorluk derecesine sahiptir.

Parkurun en rahat ve tehlikesi az olan 'Meşebükü' etabı 3 km. sürüyor. Burası aşıldıktan sonra sular aniden azgınlaşıyor. Burada Avrupa'nın en zorlu etapları arasında sayılan ve zorluk derecesi 3-4 olan 'Sapan' ve 'Nazar' etapları bulunuyor. Daha sonra 'Kayageçidi' etabı geliyor. Çam ağaçları, zakkumlar ve bölgeye has değişik çiçeklerle dolu olması nedeniyle 'Hollywood' adı verilen beşinci etap, eğlence alanı olarak kullanılıyor. 'İkizler' bölgesi olarak adlandırılan altıncı etapla tehlikeli olan yedinci etapta botlar devriliyor ya da kayalara oturuyor.

Rafting sezonu mayısta açılıp ağustos sonu kapanıyor. Çay, Fethiye, Marmaris ve Bodrum gibi turizm merkezlerine yakınlığı nedeniyle yılda 20 bin turisti ağırlıyor.

7 Şubat 2010 Pazar

Hafta Sonunda Arkeoloji, Koleksiyoner, Antikacı ve Sanat Üzerine...


Rönesans için arkeoloji antikacıya mahsus bir marifet olmaktan ibaret değildi;
antik çağın tozunu, hayatın güzelliğini solumanın bir vesilesiydi...
Dolayısıyla, çeşitli gösterilerde arkeolojiye yer verilmesi, bilgiçlik taslamaktan uzaktır,
her anlamda meşru ve güzeldir. Çünkü sahne, sadece sanatların buluşma yeri değil,
aynı zamanda sanatın hayata dönüşüdür.

Maskların hakikati
Oscar WILDE

6 Şubat 2010 Cumartesi

Müze-Çocuk İlişkisi ve Çocuk Kültürü Merkezi İle İlgili Bazı Değerlendirmeler - Nebi Özdemir

Fotoğraf I - Miami Çocuk Müzesi

Müzecilikle ilgili bilinçli çalışmalar, çocuk kültürü araştırmalarından daha önce başlamıştır. Bununla birlikte modern müzeciliğin altyapısını oluşturan koleksiyonlarda çocuklarla ilgili motif ve unsurlara rastlamak mümkündür. Müzecilik kapsamında çocuğun önemi de yine çok yakın dönemlerde kavranmıştır. Dolayısıyla çocukluğun keşfi, çağdaş müzecilik anlayışında önemli bir değişim dinamiği olarak ortaya çıkmıştır.

Müze-çocuk ilişkisi “yetişkin ya da klasik müzelerde bir ziyaretçi kitlesi olarak çocuk, eğitim müzeleri ve çocuk, çocuk kültürü ve oyuncak müzeleri” gibi birbirinden farklı bağlamlarda değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu olguların her biri ayrı ve bağımsız araştırma alan ve konuları olmakla birlikte, aşağıda özet açıklamalarda bulunulması makalenin amacı gereğidir.

Yetişkin ya da klasik müzecilik anlayışında çocuklar, kadınlar ve yaşlılar uzun süre ziyaretçi kitlesi olarak kabul edilmemiştir. Genel olarak müzeler, sadece belirli bir ilgili ya da uzman kümesine hizmet eden kurumlar olarak düşünülmüştür. Bu “seçkinci” anlayışın özellikle 1960’lardan itibaren terk edilmesinden ve müzelerin “halka açılması” anlayışının genel kabul görmesinden sonra, çocuklar da müzelerin en önemli ziyaretçileri sayılmaya başlamıştır. Hatta müze biliminin bugünkü çağcıl kabuller dünyasında, çocukların hedef kitle olarak seçildiği görülür. Müzeciler, asıl ziyaretçilerinin yetişkin erkeklerden çok, çünkü onlar diğer üretim alanlarında zamanlarını tüketmektedirler, çocuk, kadın ve emeklilerin / yaşlıların olduğunu geç de olsa fark etmişlerdir. Dünyada yapılan müze ziyaretçi anketleri, söz konusu grupların toplam ziyaretçi sayısının büyük bir bölümünü oluşturduğunu ortaya koymuştur. Yine müzeciler, geleceğin yetişkin ziyaretçi kitlesinin yaratılmasında da çocukların önemini kavramışlardır. Bu nedenle bugünkü müzelerin çocuklara yönelik eğitim ve öğretim programları ve projeleri üretip uygulama, bakım-onarım ve üretim birimlerini çocuklara açma, rehberlik hizmetlerinde çocuklardan yararlanma, koleksiyonlarını okullara taşıyarak hizmeti çocukların ayağına götürme, çocuklara müzelerde kendi sergi ve gösterimlerini yapma, hatta çocukların kendi müzelerini oluşturmalarına olanak tanıma gibi yöntemleri etkin bir şekilde kullanmaya çalıştıkları belirlenmiştir. Çağdaş müze yönetiminde öğretmenlere, arkalarından binlerce öğrenciyi sürükleyeceğii için, büyük önem verilmektedir.

Dünyadaki bütün bu gelişme ve değişimlere karşın Türkiye’deki durum iç açıcı görünmemektedir. Bugün Türkiye’de yüz elliye yakın müzenin büyük bir bölümü, forum olmaktan çok, “korumacılık” merkezli anlayışlla yönetilmektedir. Türkiye’de bağımsız müze biliminin akademik ortamda gelişememesi yüzünden, modern müze yönetim yöntem ve teknikleri ile anlayışlarını bir türlü yaygınlaşamamıştır. Sanat tarihi ve arkeoloji, çok az da olsa geleneksel maddi kültür temelli müzelerin büyük bir bölümünde “klasik” kamu yönetimi anlayışının geçerliliği, halkbilimcilerin de ütopyaya dönüşen “açık hava müzeciliği” anlayışından “çağdaş kültür araştırma, uygulama ve gösterim merkezleri” anlayışına geçememeleri, bu türden gelişmelerin oluşmamasındaki pek çok nedenden sadece ikisidir. Bu nedenle yukarıdaki ve daha sonra yapılacak yorumların dünyadaki çağdaş müze bilimi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

Fotoğraf II - Houston Çocuk Müzesi

Müze-çocuk ilişkisinin tartışıldığı bir diğer alan da “eğitim müzeleri”dir. Okul-müze ve çocuk üçgeni, çağdaş müzecilik anlayışında temel kabul edilmektedir. “Müzenin okula / eğitim kurumuna dönüşmesi ve müzenin okula taşınması ya da okulun müze haline getirilmesi /okulda müze kurulması” gibi birbirinden oldukça farklı ve ayrıntılı incelemelerle ortaya konulan uygulamalar, söz konusu ilişkiyi kanıtlamaktadır. Çağdaş dünyada, çok değil 1800’lerin başından itibaren, çocukluğun bilinçli keşfi, çocuk eğitimi, pedagojinin bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkışı, eğitimin çocuklara yönelik hale gelmesi (eğitimin yaygınlaşması ve uzmanlaşması), öğretmen-kitap merkezli teorik eğitim sisteminin işlevsizliğinin anlaşılıp çocuk merkezli araştırma-uygulama egemen eğitim sistemine yöneliş gibi pek çok gelişmenin bu uygulamaların zeminini oluşturduğu unutulmamalıdır. Müzeciler tarafından, müzelerin çocuklara yönelik bir eğitim kurumu olarak algılanışı oldukça zor gelişen bir olgudur. Daha doğru bir ifadeyle, genelde eğitim, çok az da olsa müze bilimi alanındaki öncü bilim insanlarının katkı ve yönlendirmeleriyle müzeler, eğitim işlevini kazanmışlardır. Hatta bazı eğitimciler, “eğitim müzelerini”, “klasik” müzelerin kapsamından çok “eğitim kurumları, yani okulların” bir bölümü olarak düşünmüşlerdir. Bu nedenle de çoğunluğu küçük – amatörce “okul / eğitim müzeleri” oluşturmuşlardır. Türkiye’de Satı ve Ismayıl Hakkı Beylerin girişimleri bu türdendir. Daha sonra kurulan genel eğitim müzeleri ise, daha çok eğitim tarihini betimlemektedirler. Eskinin okul müzelerinin işlevini, bugün genellikle “bilim ve teknoloji müzeleri” üstlenmiştir.

“Çocuk müzesi, çocuk kültürü müzesi” gibi adlarla anılan müze türünde ise, çocukluğun yükselen değeri(ne yazık ki “ekonomik işlev” temelli), çocuk merkezli toplumsal yapılanmanın ortaya çıkışı gibi dinamiklerin etkisiyle, çocukluğun tarihi ve kültürü açıklanmaya, bazen de tartışılmaya çalışılmaktadır. Müzelerin, yaş ölçütüne göre tanımlandığı ve sınıflandırıldığı bu sistematikte, çocuk müzeleri, henüz ortaya çıkmamış veya yaygınlaşmamış olan “ergenlik, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık” müzelerinin öncüleri olarak algılanabilir. Müzelerin çeşitlenme sürecinde, “malzeme ve tarih”in yanında diğer bazı ölçütlerin de dikkate alınmasının gerektiğinin ki bu müzelerin yaşaması ve etkinleşmesi için kaçınılmaz bir durumdu, savunulması, “çocuk müzeleri”ni yaratan önemli bir gelişmedir. Çocuk kültürü, çocukların kendilerinin (oyun, oyuncak, mizah, sözel yaratılar, inançlar vb.) ve yetişkinlerin çocuklar için yarattıklarından (doğum öncesinden başlayıp çok kere gençlik dönemini de içeren ya da askerliğe gidişe kadar geçen dönemde, çoğu ana merkezli gelenek, görenek, inanç, giysi, yemek, müzik, edebiyat alanındaki çeşitli unsur ve uygulamalar) oluşmaktadır. Yaşamın bu ilk dönemiyle ilgili unsurların daha çok saklanması, yetişkinlerin bu döneme önem vermeleri ya da dönme özlemleri, çocuk müzelerinin kuruluş dinamiklerindendir. Tarihsel çizgide bu yaratımların oluşturduğu birikim, çocuk kültürü müzelerinin temelini meydana getirmektedir. “Çocuk kültürü müzesi”,

"çocukların müzesi” olmaktan çok, yetişkin gözüyle çocukluğun sergilendiği bir müze olarak algılanmaktadır. Dünyada pek çok müzenin “çocukların müzesi” olmak için çabaladıkları günümüzde, çocuk kültürü müzelerinin “yetişkin” kalması, anlaşılması zor bir karşıtlıktır. Çocuk ya da çocuk kültürü müzelerinden, çok kere tarihin noksan, silik haritasının tamamlanması ve netleştirilmesi kapsamında yararlanıldığı görülmektedir. Bir anlamda bu, yetişkinci ve seçkinci tarihin tamamlanmasında “çocukluk”tan yararlanmaktır. Diğer bir ifadeyle, çocuk kültürü unsurlarından hareketle, sosyal tarihin açıklanmasıdır. Tarih alanında, belge merkezli siyasal tarihten, sosyal, ekonomik tarih anlayışlarının ortaya çıkması, çocuk ve çocuk kültürü araştırma ve dolayısıyla müzesi çalışmalarının yaygınlaşmasına neden olmuştur. Bu türden müzecilik faaliyetlerinin daha çok, eğitim bilimleri ile toplumsal tarih kapsamında yürütüldüğünü de belirtmek gereklidir. Geleceğin kültür biliminin merkezinde yer alması gerektiği savunan halkbilimciler ise, hala “açık hava müzeciliği” takıntılarını aşamadıkları için bu ve benzeri gelişmelerin farkında değillerdir.


Fotoğraf III - Portland Çocuk Müzesi

Genel çocukluk tarihi ve kültürü üzerine kurulan müzelerin yanında, geçen asırda yaygınlaşan ve daha çok “oyuncak müzesi”, nadiren de “oyun müzesi” adlarıyla anılan farklı bir müze türü daha ortaya çıkmıştır. Genellikle geçmişteki oyuncak (genellikle bebek, top ve evcilik oyunu araçları gibi) koleksiyonlarından hareketle kurulan bu müzeler, müzecilik alanının hızla gelişen türlerinin başında gelmektedir. El yapımı oyuncakların yerini hızla sanayi ürünü oyuncaklara bırakmasıyla birlikte, bu tür müzelerin de koleksiyonlarındaki malzemenin sayısı binlerle ifade edilmeye başlandı. Bu nedenle de nicelik ve nitelik bakımından yenilenmeye en açık müze koleksiyonlarının başında, oyuncak müzeleri gelmektedir. “Bebek, bebek evi, tren, teneke oyuncak, lego, yap-boz gibi” pek çok oyuncak, müstakil müzelerde sergilenmektedir. Burada, çocukları çekmek amacıyla oyun ortamına dönüştürülen ya da bazı bölümleri bu işleve yönelik olarak hazırlanan ve kullanılan bilim-teknoloji, arkeoloji, sanat vb. türdeki müzeler, bu değerlendirmelerin dışında tutulmuştur.

Türkiye’de Halkbilimi Müzeciliği ve Sorunları Sempozyumu, Ankara 2003, Gazi Üniversitesi Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi

NEBİ ÖZDEMİR

Hacettepe Üniversitesi, Türk Halkbilimi Anabilim Dalı’nda “sözel edebiyat, kimlik, siyasal parti kültürü, kültür turizmi, müze bilimi, festival, şenlik, spor kültürü, eğlence, çocuk kültürü, popüler kültür, gelenek, medya, halk tiyatrosu vb.” alanlarda araştırmalar yapmaktadır

5 Şubat 2010 Cuma

ÇOCUK, OYUN VE OYUNCAK MÜZELERİ ÜZERİNE

Fotoğraf I - Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi

Toplumsal belleğin, egemen gücün çıkarları doğrultusunda biçimlendirilip iktidarın hegemonyal aracına dönüştürüldüğü mekânlar olarak tanımlanabilecek müzeler, güç’ün gücüne güç katarak kutsandığı, iktidarın en etkin ve somut ideolojik araçlarından biridir. Bu bağlamda “çocuk”, “oyun” ve “oyuncak” gibi alt temalar dikkate alınmak suretiyle çocuğu konu alan müzecilik anlayışı ve uygulaması da, “yetişkin” olarak somutlanan güç’ün etkisinden, belirleyici, yönlendirici iktidarından kurtulamaz. Müzenin oluşumuna ilişkin ilk fikrin ortaya çıkması, bu fikrin kabul görüp uygulamaya konulması, müze tasarımının biçimlendirilmesi hep bu iktidarın kararına, kurucu iradesine, tercihlerine, onun hegemonyasına tabidir. Demokratik, katılımcı bir müze yapılanması düşüncesine, müzelerin toplumsallaşması anlayışına ters düşen bu tür müze oluşumlarında herşeye karar veren, herşeyi uygulamaya koyan şey, bu iktidarın özel bir biçimi olarak karşımıza çıkan ve “büyümeyi, ciddi adam olmayı çocuklaşmamak koşuluna bağlayan yetişkinci anlayış”ın bir “mamul”ü olan yetişkinlerdir.

Bu anti-demokratik anlayışın son uygulamasını, bu yazımıza da konu olacak şekilde geçtiğimiz günlerde ünlü ve güçlü olan bazı yetişkinlerimiz eliyle kurulan Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi örneğinde gördük. Koleksiyoner bir belediye başkanımız çıktı, “müze kuruyorum” dedi, onu destekleyen yetişkinler bu öneriye sahip çıktı, bir çırpıda bir oyun ve oyuncak müzesi açıldı. Ne güzel olmuştu! Böylelikle Türkiye dördüncü bir müzeye, İzmir kent merkezi de ilk kez çocuk temalı bir müzeye kavuşmuştu. Aslında, sadece aynı yerde, aynı mekândaki kötü bir müzenin, adına müze denilen bir sergi evinin makyajı tazelenmiş, mevcut oyuncak ve tablolara yeni oyuncaklar eklenerek yeni bir soluk verilmeye çalışılmıştı. Hem de bu işi çocuklara duyurmadan, onların düşüncesini, yardımını, katkısını almadan! Onlardan beklenen, sadece “ziyaretçi”, yani “seyirci” olmalarıydı… Gelip dolaşıp izleyecekler ve gördükleriyle yetineceklerdi.

Fotoğraf II - Boston Çocuk Müzesi

Oysa 2006 yılından bu yana UNICEF’in İçişleri Bakanlığı ile işbirliği içinde Türkiye’nin oniki ilinde yürüttüğü, 2010 sonrasında diğer illerde de uygulamaya konulması beklenen “Çocuk Dostu Şehirler Projesi”, çocuk dostu kent olabilmek için kente yönelik tüm karar ve uygulama süreçlerinde sivil toplumun, ailelerin ve çocukların katkısını içeren her düzeydeki toplumsal hareketin teşvik edilmesini öngördüğü halde; Konak Belediyesi Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi’nin oluşumunda bu evrensel düşünce ve değerlerin dikkate alınmadığı görülmektedir. Bu müzenin oluşturulması için Konak Belediyesi Kent Konseyi’ne bağlı bir Çocuk Meclisi oluşturulmadığı, böyle bir oluşumun görüşü ve katkısı alınmadığı gibi, Çocuk Müzeleri Derneği’nin İzmir temsilcileriyle Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Resim ve Heykel Müzesi yetkililerinin bir süredir birlikte yürüttükleri çocuk müzesi kurma girişimleri görmezlikten gelinmiş, Çocuk Müzeleri Derneği ile Kültür Bakanlığı’nın ve çocuk örgütlerinin bu alana taşıyacağı güç, oluşturacağı sinerji dikkate alınmamış, katılımcı, demokratik, çağdaş bir yapılanma yolu tercih edilmemiş, böylelikle yapımında, oluşumunda sivil toplumun ve çocukların bulunmadığı bir müze karşımıza çıkmıştır.

Öte yandan, müze binasının kurulduğu yer ve binanın mimari tasarımının böyle bir müze için hiç uygun olmadığı görülmektedir. Çünkü müze binasına ulaşmak için yürüyerek katedilecek güzergâh İkiçeşmelik yönünden geldiğinizde dik bir inişi, Konak Meydanı yönünden geldiğinizde de dik bir yokuşu ifade etmekte ve her iki yolun da bazı bölümlerinde kaldırım bulunmamaktadır. Bu anlamda, müzeye ulaşmak isteyen çocuklar, aileleri, öğretmenleri ve gruplar ulaşım açısından büyük bir sıkıntı yaşayacaklardır. Bu sıkıntıya o bölgedeki tek yönlü yoğun trafiği dahil ettiğinizde gelen kişi ya da grupların daha da büyük bir tehlike ile karşılaşacaklarını görebilirsiniz.

Oysa bir süredir Çocuk Müzeleri Derneği ile Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Resim ve Heykel Müzesi yetkililerinin, Konak Belediye Başkanlığı’nı bilgilendirmek ve projeye katılımlarını istemek suretiyle yürüttükleri başka bir projede, Kültürpark içindeki İzmir Resim ve Heykel Müzesi’ne ait bir binanın Çocuk Müzesi olarak düzenlenmesi hedeflenmiş, bu işle ilgili mimari ve teknik projeler hazırlanmıştı. Şimdi bu durumda size söyle bir soru sorabiliriz: Kurulan müze şimdiki yerinde mi kalmalıydı yoksa gelenlerin rahatlıkla ulaşabileceği Kültürpark’ın içindeki daha modern binalarda mı olmalıydı? Bu konudaki tarafsız, yansız cevabınız acaba ne olurdu?

Ayrıca, sanatçı Ümran Baradan’ın bağışı ile edinilip eski müzenin yeniden düzenlenmesi suretiyle ortaya çıkan yeni oyun ve oyuncak müzesi, gelen kişi ya da grupların araçlarını park edecekleri herhangi bir otopark alanına sahip değildir. Bu anlamda, kapının önüne ya da çevresine park edecek arabaların ya da otobüslerin, araç akışı aşağı doğru olan dik yokuş trafiğini daha da arttıracağı, araç ve yaya trafiğini tehlikeye sokacağı bilinmeli ve beklenmelidir.


Fotoğraf III - Manitoba (Kanada) Çocuk Müzesi

Yeni kurulan oyun ve oyuncak müzesinin gerek binaya ulaşım gerekse bina içindeki gezi düzeni açısından engelli çocuk ve yetişkinlere hiç uygun olmadığı; bina dışındaki dik yokuşla bina içindeki sık ve dar merdivenlerin, platformların hiçbir engellinin geçişine izin vermeyeceği; verse bile oyuncakların sergilendiği vitrinlerin üst bölümlerinde bulunan oyuncakların tekerlikli araba ile gelecek engellilerden “başarı ile saklandığı” görülecek, müze binasının ve düzenlemesinin bir “engelli dostu” olmadığı anlaşılacaktır.

Müze binasının bulunduğu yerin, içinde bulunduğu bahçenin ve iç mekânın çoğu çocuk oyununun oynanması için yeterli olmadığı, müze içinde sadece masa oyunu gibi oyunların oynanabileceği, zemine çizilen “seksek” oyununu oynamaya kalktığımızda bile çevre düzenlemesinin buna izin vermeyeceği görülecektir.

Çağdaş müze düzenlemesi, ciddi bir küratörlük çalışmasıdır. Bu anlamda müzeciliğin, müze ve sergi küratörlüğünün uzun bir zamandır profesyonel bir iş haline geldiği, bir bilim alanı olarak örgütlendiği, bu bilgiyle donanan müzecilerin, küratörlerin uygulamadan kaynaklanan deneyimle uzmanlık kazandığı bilinmeli, bu tür profesyonel bir iş iyi bir edebiyatçı, iyi bir koleksiyoner ve müze sahibi danışmanlar yerine ulusal ve uluslararası alanda bilinen, tanınan, deneyimli, uzman bir müze küratörüne ya da kuruluna teslim edilmelidir. Böylelikle herşey kendi sahibine, uzmanına yaptırılmış olur ve bir müze için en önemli sorun olan koleksiyon eksikliği, becerikli bir küratörün bilgi ve deneyimi ile giderilebilir. Yoksa vitrinlere konulan herşey ilk haliyle kalıp geçen zaman içinde ziyaretçi için önemini ve çekiciliğini kaybedebilir.

Müze yöneticileri ile yaptığımız görüşmeden öğrendiğimiz kadarıyla, bugüne kadar müzeye gelenlerin çoğunun ifade ettikleri ve bizim de katıldığımız diğer bir eksiklik ise, müzede bizim kendi kentimize, yöremize, bölgemize ve ülkemize ait bize özgü oyun ve oyuncakların yeterince yer almayışıdır. Onun yerine bizi kapının dibinden itibaren –Nasreddin Hoca’yı unutmamak koşuluyla- şirinler, Pamuk Prenses ve yedi cüce gibi uluslararası masalların kahramanları karşılamakta, burnumuzun dibindeki Tire’nin meşhur “karambol” oyunun malzemeleri ile oyun alanı kendi eksikliğini hissetirmektedir. İşte bu nedenle, karşımıza çıkan bina oyun yanı eksik kalmış bir oyuncak müzesi gibi algılanmaktadır. Nitekim vitrinlere sıralanarak çcouktan yalıtılmış oyuncakların seyrinden de anlaşılacağı üzere bu müzede oyun oynamak, oyunlar hakkında bilgi edinmek, oyuncaklara dokunmak, onları içselleştirebilmek, oyunun o sihirli havasına girebilmek, çocuklaşabilmek mümkün değildir. Müze düzenleyicileri bunu isteseler bile müzenin fiziki olanakları buna elvermemektedir. Bu anlamda, çocukların büyülü tapınağı olarak da tanımlanması, buna göre düzenlenmesi gereken bu mekanda kendini tekrar çocuk hissedebilmek, çocuklaşabilmek, çocukla yetişkin arasındaki uçurumu ortadan kaldırabilmek, yetişkinlere bu şekilde bir tür terapi uygulamak mümkün olmayacaktır.

Ama şimdi herkesin dediği gibi, “çocuk müzesi kurma düşüncesi ve bunu hayata geçirebilmek iyi, güzel bir şeydir, böylelikle İzmir’in, Konak İlçesi’nin bir eksikliği giderilmiştir, bunu takdir etmek gerekir” demek de mümkündür. Çünkü tarih boyunca müze kurmak kişi ya da kurumlara itibar kazandıran, bu nedenle de önemsenen, zaman zaman da moda olan bir uğraştır. Son zamanlarda kentimizde de gördüğümüz gibi, herkes, her birey, her aile ya da kurum kendi çapında bir müzeyi kurmanın peşinde. Bu neredeyse bir moda gibi yaygınlaşmakta. Şimdiden kimlerin nerelerde hangi müzeleri açtığını takip edemez olduk. Neredeyse her mahallede, her semtte, her caddede irili ufaklı birçok müze açılmaya başladı. Genel anlamda müze sayısının bu şekilde artması, toplumda müze kurma düşüncesinin gelişmesi sevindirici bir şey olmakla birlikte; toplumsal gereksinimler açısından bu kadar çok ve küçük müzenin gerçek bir ihtiyaçtan mı yoksa özentiye dayalı itibar kazandırıcı bir tutumdan mı kaynaklandığı da sorulmalı, sorgulanmalıdır. Sanırım bunun da en önemli göstergesi, ilk kuruluş günlerindeki merakın tahrikinden kaynaklanan izdiham sonrasında düzenlenip kamuoyuna duyurulacak ziyaretçi istatistikleri olacaktır. Böylelikle, üç milyon insanın yaşadığı uluslararası bir liman kentindeki bu kadar bol ve küçük müzenin gerçek bir ihtiyacı karşılayıp karşılamadığı, kurucularının işe yarayp yaramadığı ortaya çıkabilecektir.

Şimdi isterseniz bu yazıyı şöyle bir soru ile bitirelim: İzmir’de kurulan ve kurulması planlanan müzelerin sayısı ve bunları ziyaret edenlerin sayısı dışında bunların toplumsal gelişme üzerindeki etkileri sizcenelerdir, ne olmalıdır?

İsterseniz, bu soruyu birlikte düşünmeye başlayıp yanıtlamaya çalışalım