2 Haziran 2009 Salı

Oyun Nedir ? - I


Oyun, çocukluğumuzdan bu yana kendi kendimizle ya da başkalarıyla birlikte uygulayıp keyif aldığımız, yaşamımızın değişik dönemlerinde büründüğümüz yeni ve farklı rollerle kendimizi farklı düzlemlerde ifade ettiğimiz bir eylemdir. Hollandalı kültür tarihçisi Johan Huizinga’ya göre, “oyun anlam bakımından zengin bir işlevdir. Oyunda, yaşamın doğrudan gereksinimlerini aşan ve eyleme anlam katan bağımsız bir unsur ‘oynamaktadır’. Bu anlamda, her oyun bir anlam taşır. Eğer, oyuna bir öz yükleyen bu faal ilkeye zihin dersek aşırıya kaçmış oluruz; eğer ona içgüdü dersek, hiçbir şey söylememiş oluruz. Hangi açıdan ele alınırsa alınsın, oyunun bu ‘kasıtlı’ karakteri, bizatihi özünün içinde yer alan maddi olmayan bir unsurun varlığını ortaya koymaktadır.” (1)

İnsanoğlu ilk önce kendisiyle; elinin ya da ayağının parmaklarıyla oynar, daha sonra arkadaşlarıyla, en sonunda da ilişki ve iletişim içinde olduğu tüm bireylerle. Bu etkinlik, tüm bir yaşam boyu devam eder gider. Friedrich Schiller, bu olguyu “insan, yalnızca oynadığı zaman tam bir insan varlığıdır” sözüyle özetlemiştir. (2)

Huizinga, çeşitli kültür biçimlerinin oyundan kaynaklandığını; bu nedenle, oyunun kültürden daha eski olduğunu düşünür. Gerçekten de, oyun ilkel insanın yaşamı ve doğayı öğrenmekte kullandığı ilk eylemdir. Hayvanlarda olduğu gibi insan yavrusu da kendisini ve çevresini oyunla öğrenir ve bundan çok hoşlanır.

Oyunlar insanların yaşam biçimlerinden kaynaklanır ve gerçek yaşamdan farklı bir biçimde ortaya çıkar. Bu anlamda oyun, yaşamla ilgili önemi ve toplumsal işlevi olan bir etkinlik biçimidir. İnsanoğlu, yaşamı boyunca içinde yer aldığı aile, arkadaşlık ve iş çevresi gibi ortamlardaki konumunu, bu konumlara uygun ilişki ve davranış biçimlerini içinde yer adlığı oyunlarla öğrenir.

Oyun, zekâ ürünüdür. Oyun oynayan insanın ya da hayvanın zekâ düzeyi, oyunun düzeyini ve kalitesini belirler. Zekâ düzeyi ne kadar yüksekse; oyun, o kadar çeşitli ve karmaşık olur. Bunun doğal bir sonucu olarak, doğadaki en zeki varlık olan insanın yarattığı tüm oyunlar çeşitlik, derinlik ve karmaşıklık düzeyinde hayvanlarınkinden çok daha çekici, yaratıcı ve renklidir.

İnsan, homo ludens’dir, yani oynayan insandır. İlk çağlardan bu yana kendisini, çevresini, kendisi ile çevresi arasındaki ilişkileri oyun oynayarak, oyun içinde öğrenir. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan, insanın homo sapiens yanı, yani düşünen insan olması, oynadığı hayvansı basit oyunları çeşitlendirmesini, zenginleştirmesini, zekânın parlak ürünleri haline getirmesini sağlamıştır. Tarihin Antik Dönem olarak nitelenen bu sürecinde, metafiziğin, felsefenin ve bir felsefi yöntem olarak sorgulamanın, yanıt aramanın ve tartışmanın önem kazandığı çağlarda, fikir jimnastiği denilen düşünce oyunları oynanmaya başlamıştır. İnsanın homo ludens ve homo sapiens olarak nitelenen bu iki özelliğine Sanayi Devriminin yaşandığı çağlarda homo faber, yani çalışan insan denilen üçüncü özelliği eklenmiştir. Böylelikle, insanın oynayan, düşünen ve çalışan yanlarıyla birbirini tamamlayan bir sentezin ürünü, sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Sanayileşmenin, teknolojinin ve yabancılaşmanın getirdiği olumsuz koşulların yaşandığı günümüz dünyasında ise, insanın çalışan yanı daha bir ön plana çıktığı için düşünen ve oynayan insan yanımız örselenmeye başlamış, düşünen ve oynayan insan yerine sadece çalışan insanların var olmasına daha bir önem verilmeye başlanmıştır. İnsan sadece çalışmanın önemsendiği kısır bir döngü içinde bunalmaya, kendinden uzaklaşmaya, kendini tanımamaya başlamıştır. Bunun geç de olsa farkına varanlar, insanın düşünen, yaratan ve oynayan yanlarını güçlendirmek amacıyla iş sürelerinin azaltılmasını, işten artakalan sürenin anlamsal düzeyde zenginleştirilmesini, yaşam kalitesinin arttırılmasını, insanın toplumsal yanının güçlendirilmesini, insanların diğer insanlarla olan ilişki ve iletişimlerinin arttırılmasını, gerek iş gerekse özel yaşamdaki düşünsel, sanatsal etkinliklerle ya da oynanan oyunlarla insandaki insani yanın önemsenmesini savunmaya başlamışlardır.

İşletmelerde sadece üretilen mal ve hizmetlerle değil; aynı zamanda bu mal ve hizmetleri üretenlerle, yani onların “insan olma” yanlarıyla ilgilenilmesi sonucunda, gün geçtikçe eskimeye ve etkisizleşmeye başlayan eski, köhnemiş personel yönetimi anlayışının yerini insan kaynakları yönetimi anlayışı almış, personel birimleri tek tek kaldırılarak yerlerine yeni bir anlayışla insan kaynakları birimleri kurulmuş, bireysel rekabet ve başarıya odaklanmış yönetim ve üretim sistemlerinin yerine ya da yanına, bireyin diğer bireylerle oyun oynadığı takım çalışması anlayışının esas alındığı anlayış ve yöntemlerin yerleştirilmesine başlanmıştır.

Oyun Kavramı ve Önemi

Oyun, yaşama sevincinin dışa vurulmasıdır. Oyun oynamayan bir çocuk yaşama ve çevreye tepkisizdir, yaşamla bağını koparmış gibidir. Oyun, yaşamla birlikte var olan, gücünü, etkisini yaşamdan alan bir olgudur. Bu nedenle, insan ancak öldüğü zaman ya da bitkisel yaşama girdiğinde oyun oynayamaz.

Oyun kavramı için çeşitli açıklamalar yapılmıştır; kimi oyunu bir boşalma, enerji fazlasının atılması, kimi çocukların acıyı hissetmemek için geliştirdikleri fiziksel bir güdü, kimi de taklit içgüdüsünün doygunluğunu sağlayan bir olgu olarak tanımlamıştır. Oyun, çoğu kez çocuğun ya da yavru hayvanın ilerideki yaşamının gerektirdiği uğraş ve eylemlere hazırlığı olarak algılanmıştır. Başka bir görüşe göre de, insanın doğuştan getirdiği rekabet, üstün gelme, kazanma içgüdüsü oyunu ortaya çıkarmıştır.

Huizinga’ya göre ise tüm bu tanımların ya da açıklamaların ortak noktası, oyunun  oyun olmayan bir hedefe varmaya yaradığı varsayımıdır. Her şeyin temelinde; yani ritüelin, mitosun hatta konuşmanın ve dilin kökeninde, bunların bulunduğu her yerde; düzende, hukukta, ticarette, zanaat ve sanatta, bilimde ve yaşamın önemli içgüdüsel ve imgesel kökeninde oyun vardır.

Oyun, bize başkası olmamızı sağlayarak günlük yaşamın dışına çıkmamızı, alışılmışın ötesine geçmemizi sağlar. Kıyafet değiştiren ya da maske takan bir insan bir başka insandır artık; bu başkası korkunç da olabilir, gülünç de, önemli olan insanın kendisinden ötede, bambaşka biri olmasıdır. O başkasının düşünceleri, duyguları, yaşam içindeki yeri heyecan vericidir. Aynı zamanda, oynanan oyunda etkili olmak, oyun oynayan diğerlerini etkileyebilmek açısından da önemlidir kıyafetler ve kullanılan malzemeler. İlkel toplumlardaki büyücüler de başkaları üzerinden etkili olmak için çeşitli kıyafetlere bürünüp maskeler takmış, ateş, duman, su gibi öğelerle kendi atmosferlerini yaratmışlardır.

(1) Johan Huizinga, Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, Eylül 1995, s.17

(2) Özdemir Nutku; Oyun, Çocuk, Tiyatro, Özgür Yayınları, İstanbul, 1998, s.13

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder