29 Eylül 2009 Salı

Kitap Tanıtımı - "Yürümeye Övgü" / David le Breton

Ormanda iki yol vardı...

David le Breton yürümenin tanımlarını verirken Cabeza de Vaca, Richard Burton gibi ufuk yürüyüşçülerini, yürüyüşün tinselliklerini, kent yürüyüşlerini anlatıyor.

YÜRÜMEYE ÖVGÜ - David le Breton, Çeviren: İsmail Yerguz, Sel Yayıncılık, 1.Baskı: Temmuz 2003, 2.Baskı: Haziran 2008, 142 sayfa

Tesadüf o ki David le Breton'un 'Yürümeye Övgü' kitabı elime geçtiğinde Sevgi Soysal'ın 'Yürümek'ini okuyordum. 'Yürümek'te roman kahramanı Ela birkaç kere paltosunu vestiyerde bıraktıktan sonra en son ve en gerçek yürüyüşünde üşür, geri döner ve paltosunu alır vestiyerden.

Yürümek, artık onun için dönüp arkaya bakmamaktır. Arkada ne var sorusunu sormamak, tükenişine seyirci kalmamaktır.

David le Breton ise Cabeza de Vaca, Richard Burton, Rene Cailie, Michel Vieuchange gibi ufuk yürüyüşçülerini anlattığı, kent yürüyüşlerini tasvir ettiği, yürüyüşün tinselliklerini vurguladığı kitabında "Yürüyüş dünyaya açılmalıdır. İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duyumsallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazı yürüyüşlerinden değişmiş olarak döner... Yürüyüş çoğu zaman insanın kendi içine yoğunlaşmasını sağlayan bir dönemeçtir" der Ela'nın yürüyüşünden habersiz ve günümüz dünyasını, gündelik yaşamı, otomobili, bilgisayarları, cep telefonlarını, interneti bedenimizle ilgimizi kesmemize neden olan araçlar olarak görür. Nitekim ona göre yürümek "Geçici ya da kalıcı olarak bedenle yaşamaktır... Zamanın ve yerin tadını çıkarma olan yürüyüş bir kaçış, modernliğe bir naniktir."

Kitabı yazma amacı ise bir yürüyüş ansiklopedisi ya da bir antropoloji kitabı yazmak değildir. Gandhi ya da Mao gibi bazı siyasal muhaliflerin yaptıkları uzun yürüyüşlerden söz etmek de değildir. Amacı, "daha çok keyfi, zevk için yapılan yürüyüşten söz etmektir: rastlaşmak, tanışmak, konuşmak, zamanın tadını çıkarmak, istediğin yerde durmak, istediğin gibi yola devam etmek... Zevke davet ve olumlu işler yapmak için rehber değil... Düşünmenin ve yürümenin huzurlu mutluluğu."

İlk adım...

Neredeyse her iki üç satırda bir yürüyüşün tanımını yapar Breton. Mesela bunlardan birine göre yürümek "sadece yaşanan anı hissettiren bir iç zenginliğe ulaşma yoluyla geçici kendini bırakmadır." Yürüyüş adımlardan oluştuğuna göre 'ilk adım' çok önemlidir. İlk adımdan sonra yürüyüşçü kendisini kimsenin tanımadığı bir ortamda bulur. Önemli olan eşiği aşmaktır. "Eşiği aşmak kısa ya da uzun bir süre için yaşam değiştirmekle eşanlamlıdır."

"İnsanın bedeni olmadan yürümesinin ne anlamı olabilir?" sorusuyla devam eder. Yürümek yürüyüşçünün yürüyüş sırasında dünyaya bakışını derinleştirdiği, bedenini yeni koşulların içinde soktuğu bir eylem olur. Ve bu eylem sırasında "sırttaki çanta hep ağır gelir." Yürüyüşte taşıdığın eşyalarla geride bıraktıkların arasında hiçbir fark yoktur, bunlar aynı öneme sahiptirler. Bana öyle geliyor ki Breton, Sevgi Soysal'ı ve Ela'yı bir yerlerden tanıyor. Yoksa 'Yürümek'teki Ela niye yeni evine getirdiği büfesine eskiden kalma anlamlar yüklesin?

Eşyalardan sonra yaralar gelir: "Küçük olsun, büyük olsun, bütün yaralar yürüyüşçülerin günlük ekmeğidir." Yaraları sessizlik onarır: "Yürüyüş sessizliğin geçişi ve geçici sessizliğin hazzıdır... Sessizlik keskin bir yaşama duygusu verir. Bir durum saptaması yapmayı, yer belirleme, bir iç birlik sağlama, zor bir kararı uygulamada ilk adımı atmayı sağlayan bir vazgeçme anıdır." Öyle vazgeçer ki mesela Ela, bir daha geri dönüş artık mümkün değildir. Belki de o an Ela'nın elinde 'Yürümeye Övgü' kitabı vardır. "Yürüyüş yaşama sıkıntısı ya da acısına karşı bir ilaç" olmuştur bile çoktan. Adların peşine düşülmüştür. Ne de olsa "Her insanın kaderi sonsuz adlar içinde sadece bir avuç adı tanımaktır, dolayısıyla doğru insanı bulmak gerekir bu bağlamda, kesinlikle aranan şeyi bilen insanı."

Yürüyüşçünün bir terslik insanı olduğunu içine sindirebilecek bir ad olmalıdır bu. Çünkü yürüyüşçü "Kendi adımlarının yolunu yaratmak için bilinen yerlerin yanından dolaşır, kalabalık yollardan kaçar. Yürüyüşçü küçük aralıklar, iki aradalar insanıdır, ters yollara girmesi onu bir karşıtlar birliği içine sokar: Hem dışarıda hem içeride, hem burada hem oradadır." David le Breton'un Amerikan şair Robert Frost'la da bir arkadaşlığı olmuş galiba ki, şair şiirinin son iki dizesini "Ormanda iki yol vardı, ben az gidileni seçtim" olarak belirler. Kimbilir, belki Ela'nın da paltosunun cebinde bu dizeler saklıdır.

Yürümek paylaşmaktır

Benim 'Yürümeye Övgü'yü okurken sayfa kenarlarına aldığım notları sakladığım gibi, ama o notları sizden sakınmadığım gibi... Ne de olsa yürümek, biraz da paylaşmaktır:

Yürümek, az gidilen yolu seçmektir. Kişi, yürümeyi seçtiği yolun bedelini öder. Yürümek, geri adım atmayı içine sindiremez, sindirmemelidir, kişi buna izin vermemelidir. Çünkü yürümek gitmektir, arkana dönüp bakmadan gidebilme cesaretini gösterebilmektir.

Yürümek, kaybettiğini kabullenmektir. Bir şeyi kaybetmek, başka bir şeyi kazanmaktır. Önemli olan neyi kaybedeceğine ve neyi kazanacağına karar vermektir. Yürümek, kararlılık gerektirir.

Yürümek, rastlantının ta kendisidir. Bazen kişi neye rastlayacağını önceden kestirebilir, kendisini üzeceğini bile bile o rastlantının o rastlantı olmasını sağlar. Yürümek, olabilecekleri sezmek demektir. Bir sezgi kuvvetidir. Bu yüzden bazen yaralar yürümek, ağır yaralar hem...

Yürümek, görmektir. Gördüklerinin fotoğrafını çekmektir. Kalbini daha fazla yaralasın, kanatsın diye... O yüzden bazen yürümek, kalbin kanamasıdır, ama kan kaybına rağmen yol almaktır. Sabırla, yaraları sarmaktır. Çünkü sabır büyütür insanı... Yürümek, bu anlamda, beklemektir biraz... Kaygıyla tanışmaktır, taşımaktır onu omuzlarında...

Yürümek, eşiktir. Eşikten içeri ya girersin, ya girmezsin... Artık orası sana kalmış bir şeydir.

Yürümek, ara vermektir, mola almaktır hayattan. Yolun sonuna geldiğini kabul etmektir. Yolun değişebildiğini görmektir.

Yürümek, değişmektir.

Yürümek, ruh yetmezliği yaşamaktır, daha doğrusu ruh yetmezliği yaşayıp kendini kendinden dışarı atmaktır. Kendine katlanamadığın noktada kendinle barışmak için kendini yollara vurmaktır. Kendinle hiçbir zaman barışamayacağını, tökezleyip tökezleyip duracağını bilmektir. Yürümek, tökezlemekten başka bir şey değildir desem yeridir.

Yürümek, bir gün yürüyemeyeceğini bilmektir. Onun için, yürümek, hep daha fazla yürümeyi istemek, yürümeye bir türlü doymamaktır. Yürümek, yetinmemektir. Yürümek, ufku geniş olmaktır. Uzlaşmamak, uzaklaşmaktır.

Yürümek, uzak olmaklığından dolayı özlemektir bir de... Geride bıraktıklarını, alışkanlıklarını, sevdiklerini, eşyalarını özlemektir... Yüreğinin bir parçasının hep bir yerde asılı kalmasının acısını çekmektir. Bu yüzden yürümek, yüreğin ta kendisidir. Kimbilir, belki ikisi de aynı fiilden türemişlerdir, de sonradan ayrı düşmüşlerdir.

Sizin için yürümek ne demektir, hiç düşündünüz mü? Düşünmedinizse eğer alın yanınıza 'Yürümeye Övgü'yü, çıkın dışarı yürüyüşe, merak etmeyin Breton da, Ela da, Frost da, elinizden tutacaktır.

Ümran KARTAL, Radikal Gazetesi, 12.09.2003

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder